Written by 11:21 AVRUPA

Fransa: Demokrasiye saldırı olağanlaştı, aşırı sağa destek arttı

Deniz UZTOPAL / Paris

Çalkantılı bir deniz gibi Kovid-19 salgını vurup çekilen dalgalar 2021’e damgasını vurdu. Fransa’da hükümetin kampanyasında aşı tek çıkış kapısı olarak sunulmuştu fakat tüm dünyayı etkisi altında alan bir salgında zengin ülkeler esas olarak kendi vatandaşını aşılamakla yetindiler. Aşılar sayesinde “normal yaşama yaklaşıyoruz” diye demeçler verildiğinde dünyanın farklı köşelerinde yeni varyantlar çıktı ve bunlardan birisi dünyayı etkisi altında aldı, aşılama oranı yüksek ülkeler de dahil olmak üzere yeni bir dalga yarattı ve beraberinde yeni kısıtlamalar getirildi. Salgının ciddiyeti bu önlemlerin toplum içinde büyük oranda kabul edilmesini sağlasa bile, verilen yanlış kararlar, yalan söylemeler, alınması gereken kararlar konusunda gösterilen tereddütler ve daha da kötüsü verilen kararların Nisan 2022’deki seçimlerde yeniden seçilme çıkarına tabi tutulması, Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve hükümetine duyulan güvensizliği giderek derinleştirdi.

2021’DE DEMOKRASİYE SALDIRILAR OLAĞANLAŞTI

Kovid-19 salgını Fransa’da yıllardır güçlü bir eğilim olarak var olan demokrasiye saldırıyı giderek olağanlaştırdı ve bunun bir parçası olarak güçlendirdi. Her şeyden önce parlamenter demokrasi ciddi darbeler aldı. Salgının başından itibaren Macron, bileşimini kendisinin belirlediği, tartışmaların “milli güvenlik” çerçevesine yapıldığı bir “savunma konseyi” sayesinde yönetiyor. Konsey sık sık toplanıyor ve ardından basın açıklaması ile verilen kararlar açıklanıyor, fakat Ulusal Meclis hiçbir zaman bunun bir parçası haline getirilmedi. Hatta çoğu zaman Bilim Kurulunun önerilerinin tersi kararlar bile verildi. Bu konsey, 2009 yılında Nicolas Sarkozy tarafından milli güvenliği tehdit eden bir tehlikeye karşı acil ve hızlı cevap verebilme, yani “Verimli olma” adına kurulmuştu ama Macron bunu neredeyse iki yıldır ülkenin yönetim biçimi haline getirdi. Bu durum sadece muhalefette değil iktidarın meclis grubunda da rahatsızlık doğurdu. Zira alınan kararlar yasal değişikliği zorunlu kılmadıkça Ulusal Meclisin gündemine bile getirilmedi, o durumda bile Meclis doğru dürüst tartışmaların olmadığı ancak “onaylama odasına” dönüştürüldü.

2021 yılı demokrasi ihlallerinin 2016 yılından itibaren giderek olağanlaşan olağanüstü haller ve bunların öngördüğü birçok önlemin “olağanlaştığı” bir yıl oldu, zira Macron kendisinden önce alınan tüm ihlallere bir de olağanüstü sağlık halini ekledi. Olağanüstü hal, Fransa’nın yönetim biçimi haline geldi.

FAŞİST KORKULUK HORTLATILDI, ETE KEMİĞE BÜRÜNDÜ

Yıllardır aşırı sağcı faşist eğilimli Jean-Marie Le Pen ve partisi Milli Cephe, tüm düzen partileri için “Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek” için kullanıldı ve bunun etkili de olduğu söylenebilir. Hatta esas olarak bu “taktiğin” 1981-1995 yılları arasında iktidarda olan Sosyalist François Mitterrand tarafından en iyi bir şekilde uygulandığı da belirtilebilir. 1995’te iktidara gelen Jacques Chirac çizgisini giderek daha fazla sağa kaydırırken geleneksel merkez sağ ile aşırı sağcı Le Pen arasında bir “kalın çizgi” çizmeye çalıştı. 2002 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Jean-Marie Le Pen aldığı yüzde 16,86 oyla ikinci tura kaldığında tüm düzen partileri Chirac’ın ardında birleşerek sağcı adayın yüzde 82,21 oyla seçilmesini sağladı. Chirac’ın uyguladığı gerici politikalar, 2007’de başa gelen Nicolas Sarkozy’nin daha fazla sağa kayan çizgisiyle tamamen emek düşmanı bir politikayı hayata geçirmesi; 2012’de ona “alternatif” olarak seçilen ama emek düşmanı politikaları devam ettiren “sosyalist” François Hollande ve son olarak ise 2017’de gelen “zenginlerin adayı” Macron’un uyguladığı politikalardan dolayı işçi ve emekçiler içinde düzenden uzaklaşma eğilimleri güç kazandı.

Ama bu tepkileri emekçilerin acil talep ve özlemleri etrafında düzen karşıtı bir perspektif sunan bir eğilim veya odak toplayamadığından, aynı süre içinde kendisini “sistem karşıtı” bir eğilim olarak sunan aşırı sağcı partilerin gelişmesinin vesilesi de oldu. Yukarıda adını saydığımız tüm cumhurbaşkanları aşırı sağcı Ulusal Cephe’ye karşı mücadele ettiğini ifade etse de onun bir korkuluk olarak kullanılması için belirli bir düzeyde var olmasının ortamını da yarattılar.

ZEMMOUR’UN ORTAYA ÇIKIŞI

2011’de babası Jean-Marie Le Pen’in yerine Milli Cephe partisinin başına gelen Marine Le Pen de partisine karşı tüm düzen partilerinin oluşturduğu “Cumhuriyet Cephesi”nin etkisini zayıflatmak, hatta dağıtabilmek için partisini giderek merkez sağa çeken bir çizgi izledi. Partisi içinde Neonazi eğilimli göze batan unsurları temizledi, bu çizgisini sürekli “rahatsız” eden ve sırtında bir yük olan babasını partiden ihraç etti. 2017 seçimlerinde ikinci tura kaldı ama sergilediği kötü performanstan sonra partisi içinde ona karşı muhalif söylemler güçlenmeye başladı.

2018’de partinin ismini değiştirerek “Ulusal Bir Araya Gelme” (Rassemblement national) partisini kurdu ama aşırı sağ cephesinde kendisine karşı tepkilerin yükselmesini engelleyemedi. İşte tam da böylesi bir koşulda, yani Macron ve temsil ettiği sisteme karşı tepkilerin arttığı, ilerici alternatiflerin iç kavgalardan dolayı büyük oranda zayıfladığı, Marine Le Pen’in iktidara gelme ihtimalinin büyük oranda imkansızlaştığı koşullarda aşırı sağdan başka bir aday daha çıktı: Eric Zemmour.

1870 vatandaşlık yasasıyla Fransız olan Cezayirli bir Arap Yahudi ailenin çocuğu olan Zemmour, yıllardır televizyon kanallarında yabancı ve Müslümanlara karşı kin kusan bir gazeteci. Irkçılık ve nefrete tahrik etmeden dolayı hakkında birçok dava açılmış ve birkaç defa da ceza almış biri. Buna rağmen Fransa’nın en zengin milyarderlerinden birisi olan ve emrinde onlarca yazılı ve görsel basını olan Vincent Bollaré’nin açık desteğiyle birkaç ay içinde şişirilerek kamuoyu yoklamalarında ikinci tura kalabilme potansiyeli olan aday haline getirildi.

AŞIRI SAĞA DESTEK HİÇ BU KADAR YÜKSEK OLMAMIŞTI

Son yıllarda söylemlerini daha “ılımlı” yapan Marine Le Pen’in tersine Eric Zemmour tüm kampanyasını İslam, Müslüman ve yabancı düşmanlığı üzerine kurmuş durumda. Ama daha da ileri giderek örneğin Le Pen’in uzak durmak için özel çaba sarf ettiği İkinci Dünya Savaşı esnasında Nazi iş birlikçisi, faşist Vichy iktidarını açıktan savunuyor, onun “Fransız Yahudileri koruduğunu” ve ulusal onurun ayaklar altında ezilmemesi için elinden geldiğini yaptığını iddia edebilecek kadar ileri gidiyor. Tüm kamuoyu yoklamalarında Zemmour’un oy potansiyeli yüzde 14 ile 16 arasında görünüyor ve ikinci tura kalma ihtimali zayıf da olsa imkansız değil. Tüm aşırı sağcı partilerin oy potansiyeli hesaplandığında yüzde 30 ile 35 arasında oldukları görülüyor ve Fransa’da 1945’den bu yana aşırı sağcı fikirlere destek hiçbir zaman bu kadar yüksek bir orana çıkmamıştı.

Ortam bu olduğunda merkez sağ partisi “Cumhuriyetçiler” de zaten Sarkozy döneminde epeyce söylemlerini sertleştirmiş olsa da son aylarda daha fazla sağa kaymaya devam ediyor. Örneğin partinin cumhurbaşkanlığı adaylık yarışında, en sağ radikal kanadının temsilcisi olan Eric Ciotti ilk turda yüzde 25 alarak ikinci tura kaldı ve burada da oylarını yüzde 39’a çıkardı. 2022 cumhurbaşkanlığını kazanma ihtimali yüksek olan, en azından şimdilik Macron’un en ciddi rakibi olan Valerie Pecresse, partisinin birliğini sağlamak ve en sağda olanların Zemmour’a gitmesini engelleme adına şimdiden Ciotti’nin öne sürdüğü fikirleri değerlendireceğini beyan etti.

2021 yılı Fransa açısından ağırı sağcı düşüncelerin güçlendiği ve daha etkili olduğu bir yıl oldu.

2022 MÜCADELENİN YOĞUNLAŞTIĞI BİR YIL OLACAK

Tüm siyasi partiler gözü nisan 2022’deki seçimlerin ilk turunda ve hükümetin vereceği kararlarda. Muhalefetin değerlendirmeleri de bu perspektife bağlı gerçekleşiyor. Salgının 5. dalgasının tam ortasındayız ve son günlerde günlük vaka, salgının başından bu yana rekor kırarak 100 binin üzerine çıktı, buna rağmen hükümet virüsün daha fazla yayılmasını engelleyecek kararlar vermekten çekiniyor.

Hükümet sağlık pasaportunun yerine aşı pasaportu getiriyor ve fiili olarak bir “aşı zorunluluğu” olan bu önlemin adını koymaktan kaçınıyor ve söylemlerini binbir çeşit biçime büründürerek tutarsız bir tavır sergiliyor. Ama Kovid salgınının gündemin ana maddesini temsil etmesi aslında ona iyi bir fırsat da vermiyor değil.

Salgın esnasında kamuoyu borçlanması büyük oranda arttı. 2019 ile 2020 arasında kamu borcu milli gelire göre 18 puan yükseldi. Bu borçlanma kuşkusuz işyeri kapanan işçilerin geçici işsizlik maaşını karşılamak için de kullanıldı fakat esas ve temel olarak şirketlerin kayıplarını gidermek için harcandı. Şimdilik daha utangaç bir şekilde söylense de bu yükselen borcun yarın emekçilere “kemer sıkma” politikalarıyla ödetileceği biliniyor.

Diğer yandan ücretlerin uzun yıllardır dondurulması ve enflasyon oranının yükselmesine bağlı olarak tüm emekçilerin alım gücünün düştüğü de artık tüm verilerin açıkça ortaya koyduğu bir gerçek. Sendikalar şimdiden 27 Ocak’ta ücretlerin arttırılması için bir mücadele günü çağrısı yaptılar ve bu konunun seçim kampanyası sürecinde en temel gündemlerden birisi olması için kampanya yürütmeye hazırlanıyorlar. Buradaki başarı ırkçı ve faşizan düşüncelerin geriletilmesinde de başarı sağlayacaktır.

Kolları sıvama ve elleri taş altına koyma zamanı çoktan geldi, ama seçim döneminde ilerici güçler bir araya gelemediler ve şimdilik birbirleriyle atışmaya devam ediyorlar. İlerici düşünceler ile gericiliğin mücadelesinin yoğunlaşacağı yeni bir yıl ortamında antiliberal sol güçler tarihsel bir sorumluluk altındalar.

Close