Written by 14:34 HABERLER, NSU DAVASI

Geçmiş canımı acıtıyor

Özge Pınar Sarp

Enver Şimşek’i ölümünün 16. yılında anıyoruz. 9 Eylül 2000’de ırkçı terör ağı Nasyonalsosyalist Yeraltı, kısa adıyla NSU‘nun sekiz kurşunla ölüme sürüklediği Enver Şimşek. İki gün iki gece sonrasında, 11 Eylül günü başına, yüzüne, gözüne isabet eden sekiz kurşun yarasıyla Nürnberg’de bir hastanede henüz 39 yaşındayken ailesinden, yakınlarından ve yaşamdan koparıldı. O, bundan 16 yıl önce başlayan ve on insanın kurban edildiği, onlarca insanın yaralandığı, fiziksel ve ruhsal açıdan derin izler bırakan ırkçı saiklerle işlenmiş ve bugün hala aydınlatılmamış bir suçlar zincirinin ilk kurbanıydı.

Enver Şimşek’i ve diğer mağdurları anıyoruz; çünkü adalet arayışı çok uzun bir yol ve bu yolda mağdurları yalnız bırakmamak, onların acılarını ortaklaştırmak ve kolektif belleğe kazımak, yaşananlarla yüzleşmek, sorumluları açığa çıkarmak, unutmamak ve unutturmamak için yitirdiklerimizi anıyoruz. Hele de adalet bir türlü tecelli etmiyorsa, kurban aileleri ve mağdurların yaşadıkları travmayı atlatabilmeleri ve yaralarını sarabilmeleri için “meselenin“ toplumca sahiplenildiğini görmeye, duymaya ve bilmeye ihtiyaçları var. Bilsinler ki onlar yalnız değiller. Ölülerimizi sahiplenmezsek eğer yaşama nasıl sahip çıkarız ki!

BİR YAŞAM, İKİ GECE

9 Eylül 2000, günlerden Cumartesi. Almanya’nın Nürnberg şehri. Saat 12:45 ile 14:15 arası. Sekiz kurşun, çiçekler. Çiçek kokuları ve çiçek kokularına karışmış kan kokusu.

4 Aralık 1960, Isparta’nın Şarkikaraağaç ilçesi Salur köyü. O köyde doğan ve büyüyen Enver adında bir çocuk. Yıllar sonra ise eşi ve çocuklarıyla birlikte gurbet Almanya’dan gelip tatillerini geçireceği köydür orası. Kızı Semiya’nın da anılarında şöyle kalır: “Tatilde güzel bir gece. Babamın memleketi Türkiye’de köyünde geceleri balkona oturup dağlardan dönen koyunların çan seslerini duyduğumuzda hissederdim, ne kadar da mutlu görünüyordu babam.“ 

1986 yılı. Türkiye’den Almanya’ya göç. Almanya’da gurbetçi, Türkiye’de Almancı olunan yıllar ve öyle tarif edilen göç insanları. Önceleri fabrika işçiliği, tıpkı daha niceleri gibi. Sonrasında çiçek gibi bir iş; hani öyle fabrikadaki gibi değil, misler gibi kokan. Hiç değilse uğraştığın şeyin misler gibi koktuğu bir iş. Çiçekçilik. Çiçek standları, çiçekçi dükkanı. Schlüchtern kentinde eşi ve iki çocuğuyla süren bir hayat.

2000 yılı. 9 Eylül’ü 10 Eylül’e bağlayan gece. Saat sabaha karşı dört. “Semiya, kalkman lazım“ diye uyandırılan 14 yaşında bir kız çocuğu. Neden gecenin bir vakti kalkmalıydı, nereye gitmesi gerekiyordu? Semiya bir türlü anlam veremez. Yakınları “Baban hasta, hemen Nürnberg’e gidiyoruz, baban orada bir hastanede, annen bizi gönderdi.“der.

10 Eylül 2000, saat sabahın yedisi. Semiya hastaneye varır. Babasının yaralandığını öğrenir. Erkek kardeşi ve annesinin biraz sonra geleceği söylenir. Semiya “yorgunluktan ölmek üzere“ ne olup bittiğini bilmeden “huzursuzca“ bekler. Beklerken de dua eder: “Lütfen kötü bir şey olmasın, lütfen, lütfen“.

Zaman kavramı kaybolur. Belki çok uzun, belki de hissettiğin kadar uzun değil. Tıpkı hastanede bekleyen herkese olduğu gibi. Ama Semiya için polis sorgu suali altında daha da zor geçer zaman: “Bir süre sonra önümde bir hemşire dikildi ve beni yoğun bakıma götürdü. Orada bir polis bekliyordu: Sen Semiya Şimşek misin? Enver Şimşek senin baban mı? diye sordu. Babam silah taşıyor muydu bilmek istiyordu. Babamın evde sakladığı silahları var mıydı, düşmanlarımız var mıydı bilmek istiyordu. Hiçbir şey anlamıyordum, ben sadece babamın yanına gitmek istiyordum ve annemin bir an önce yanımızda olmasını diliyordum. Soruların cevaplarını bilmiyordum. Silahlar? Düşmanlar?“

Saat 9’a varır. Ailenin yakınları hastaneye gelir. Birlikte yoğun bakımın girişinde beklerler. Hemşire yine gelir ve Semiya’nın babasını görmesine nihayet izin verilir: “Babamın yattığı odadaydım ve sadece ikimizdik. İlk bakışta sanki uyuyor gibiydi. Sadece her yerde kablolar ve hortumlar vardı. Sonra kafasındaki şişkinlikleri gördüm. Cihazdan bip bip diye sesler geliyordu. O’nun etrafından dolaşıp yatağın diğer tarafına geçtim. Gözünü gördüğümde açıkça anlamıştım, babamın bu gözle bir daha görmesi asla mümkün olamazdı. Başının altındaki yastık tamamen kana bürünmüştü. Ve hala ne olduğuna dair en ufak bir fikrim yoktu. Ancak anlamıştım ki, gerçekten kötü bir şey olmuştu. Korkunç bir şey. (Sonra) her şey etrafımda dönmeye başladı; oda, kablolar, yatak, Babam, kanlı yastık. Kötüydüm, sanırım ağlamaya ve bağırmaya başlamıştım. Sonra birisi gelip beni odadan dışarı çıkardı.“

Saat öğlenin biri. Erkek kardeşi, amcası, akrabaları ve nihayetinde annesi de hastaneye gelir. “Annem bizi [Semiya ve erkek kardeşi] gördüğünde başladı ağlamaya. Tamamen bitkin görünüyordu“. O yoğun bakımda yatan babasını beklerken annesi neden gelmez, nerededir, bilmez. Anne Adile Şimşek, Kriminal Polis tarafından alındığını ve “polisin ilk derecede kurbanın eşinden kıskançlık nedeniyle şüphelendiği“ için saatlerce sorguya çekildiğini kızına sonraları anlatır.

Bir zaman sonra doktor gelir ve aileye odaya girip O’nu görebilecekleri ancak boş umutlara kapılmamaları gerektiği söylenir. Mümkün mü öyle bir anda umuda kapılmamak? Kim dua etmekten vazgeçer ki? “13 yaşındaki bir çocuk için bunun ne anlama geldiğini düşünebilir misiniz? Benim için babamın bir daha gelmeyecek olması düşünülemezdi. O’nun tekrar ayağa kalkacağına ve her şeyin iyi olacağına inandım. Tıpkı eskisi gibi.” diye anlatır Abdulkerim ölüm karşısında bi’ umutla nasıl beklediğini.

Ertesi gün. 11 Eylül Pazartesi. “Doktorlar, babamın bağlı olduğu makinelerin fişini çekip çekmeyeceklerini konuştular. Annem bizimle ve akrabalarla hastanenin bahçesinde bekledi. Amcam Hüseyin doktorlarla konuşuyordu. Bahçeye geldiğinde artık gözyaşlarını tutamıyordu: Biraderimi kaybettim.“ Semiya ve ailesi için veda vakti gelir. Yatağın etrafında durup herkes O’nun için, ruhu için dua eder. Sonrasında da Schlüchtern’e evlerine dönerler.

Bugün Semiya Şimşek babamın memleketi dediği Türkiye’de babasının köyüne ve mezarına uzak kalmadan yaşıyor. “Acı Vatan –Almanya ve Babamın Öldürülmesi” adıyla yazdığı kitabında, babasının sadece Türkiyeli bir göçmen olduğu için vatan bildikleri Almanya’da öldürülmesinin ne kadar acı olduğunu şu sözlerle anlatıyor:

“Bugün, tüm bu olanları yazarken artık korkmuyorum. O korkunç günler, sonrasında gelen zorlu yıllar, ve daha öncesinde yaşadığımız tüm dertsiz tasasız yıllar… Hatırladığım şeyler acı veriyor, bazıları sınırlarımı zorluyor, ama geçmişe ait hatırladığım pek çok güzel şey var. Tüm bunları düşündüğümde ve kendime sorduğumda, söylenecek ne var diye, hemen yorgun düştüğümü hissettim. Fark ettim ki: Geçmiş canımı acıtıyor. Benim babam iyi bir insandı. O’na olanları düşündüğümde ise, canım daha çok acıyor.“

Kaynak

Semiya Şimşek [mit Peter Schwarz], Schmerzliche Heimat:- Deutschland und der Mord an meinem Vater, Rowohlt Yayınevi, 2013.

Barbara John, Unsere Wunden kann die Zeit nicht heilen. Was der NSU-Terror für die Opfer und Angehörigen bedeutet, Herder Verlag, 2014.

Close