Written by 09:38 HABERLER

Görünen sadece buzdağının tepesi

YÜCEL ÖZDEMİR 

Koronayı bir yana bırakırsak yaz ayları Almanya’da polis ve ordu içindeki aşırı sağcılar ve polisin şiddet uygulamalarıyla geçti. Yasalara göre, ülkede yaşayan yerli-göçmen herkesin can ve mal güvenliğinden sorumlu asker ve polis birliklerinin azımsanmayacak sayıda ırkçı hücreyi içinde barındırması, göçmenlere karşı her fırsatta keyfi-ayrımcı bir şekilde şiddete başvurması, bu örgütlerin gerçek anlamda sorgulanması ve yeniden yapılandırılması gerektiğini ortaya koyuyor. Ordu ve polis teşkilatı içindeki şu tablo durumu özetliyor:

KSK’DA REFORM TUTACAK MI?

Alman Ordusu’nda (Bundeswehr) yıllardır ırkçıların varlığı tartışılıyor ve zaman zaman da ırkçılık propagandası yapanlar görevden uzaklaştırılıyor. Ancak gelinen aşamada, Askeri İstihbarat Örgütü (MAD) Başkanı Christof Gramm’ın ifadesiyle “yeni bir boyut” söz konusu. Federal Parlamento Kontrol Komisyonu’nda ordu içindeki ırkçılarla ilgili bilgi veren Gramm, bu yıl 600 aşırı sağcı tespit ettiklerini söylüyor.

Sağcıların kendilerine “merkez üs” olarak seçtiği yer ise Özel Kuvvetler Birliği (KSK). Almanya’da 1400 komando ve destekçisinin görev yaptığı bu elit örgüte genellikle gizli operasyonlar yaptırılıyor. Dolayısıyla en seçilmişlerin içinde yer aldığı bir birlik. Bir askerin KSK içindeki ırkçı örgütlenme hakkında Savunma Bakanlığı’na ayrıntılı bir mektup göndermesi üzerine, Bakan Annegret Kramp-Karrenbauer birliği ziyaret ederek, bir kısmını dağıtmak zorunda kaldıklarını kamuoyuna duyurdu ve KSK’da reform süreci başlattıklarını ilan etti. KSK’da en az 20 aşırı sağcı askerin olduğu belirtiliyor. Ancak bu asgari bir rakam. Gerçek sayının daha da fazla olduğu tahmin ediliyor.

POLİSTE AŞIRI SAĞ HÜCRELER VE NSU 2.0

Benzer bir örgütlenmenin polis teşkilatı içinde olduğu yıllardır biliniyordu. Ancak bunun en çarpıcı olanı NSU 2.0 adı altında NSU müdahil avukatlarına, siyasetçilere ve aydınlara tehdit mektupları gösterilmesi oldu. Frankfurt’taki bir karakoldan gönderildiği tespit edilen ilk mektuptan sonra tehditler devam etti. Hessen Eyaleti İçişleri Bakanı Peter Beuth, 2018’den bu yana tam 99 siyasetçi, avukat ve aydına “NSU 2.0” adına ırkçı içerikli tehdit mektuplarının gönderildiğinin tespit edildiğini açıkladı. Bu da polis teşkilatı içinde pek çok ırkçı hücrenin olduğu anlamına geliyor. NSU cinayetleriyle istihbarat örgütü arasındaki bağlantı da uzun bir süre tartışılmış, ancak Münih Eyalet Yüksek Mahkemesi’nde görülen davada bunun üzerine gidilmemişti.

Der Spiegel’in 16 eyaletin emniyet müdürlüğüne sorarak hazırladığı bir habere göre, geçen yıl polis teşkilatı içinde 400 polis hakkında aşırı sağcılık, ırkçılık ve Yahudi düşmanlığı yaptığı gerekçesiyle soruşturma başlatılmış. Hessen eyaleti tarafından hazırlanan raporda da son iki yıl içinde 70 polis hakkında soruşturma açılmış ya da görevden el çektirilmiş olduğu belirtiliyor. Sayı olarak Hessen ilk sırada yer alıyor. Federal Emniyet (Bundespolizei) içinde de 2012’den bu yana 73 olay tespit edilmiş. Keza eyaletlerde mevcut Federal Cumhuriyeti tanımayan ve kendilerini “İmparatorluk Vatandaşları” (Reichbürger) üyesi olarak gören çok sayıda polisin olduğu da tespit edildi.

Resmi ağızlardan yapılan açıklamalar doğru olsa da Almanya gibi bir ülkede 250 bin kişilik polis teşkilatı içinde hafife alınmayacak ırkçı yapılanmaların oluştuğu anlaşılıyor. Bu durumdan en çok yararlanan ise ırkçı-milliyetçi Almanya için Alternatif (AfD) partisi. Genel olarak partiler arasında yapılan bir araştırmaya göre asker-polis olup da parlamentoya seçilenler en fazla AfD içinde var. AfD’nin 89 kişilik federal parlamento grubunda 5 polis bulunurken, bu sayı SPD’de 3, CDU ve Yeşiller’de 1, Sol Parti ve FDP’de ise yok.

PEKİ YA TESPİT EDİLEMEYEN IRKÇILAR

Resmi rakamlarda ifade edilen güvenlik birimleri içindeki ırkçı örgütlenmeler sadece Eisberg’in görünen kısmı. Görünmeyen kısmında ise tablo çok daha vahim. Özellikle Alman olmayanlara yönelik olarak uygulanan şiddet ve ayrımcılık tahmin edilenden de daha fazla. Bochum Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırmaya* göre, her yıl polis tarafından yasalara aykırı şekilde 12 bin vaka işleniyor. Kriminolog Tobias Singelnstein, bin mağdurun katıldığı araştırmanın ortaya koyduklarının resmi rakamlardan beş kat daha fazla olduğuna dikkat çekiyor. Her yıl polisin yasalara aykırı davrandığı olayların ancak yüzde 2’si mahkemeye taşınıyor ve sadece yüzde 1’i polislerin mahkûmiyetiyle sonuçlanıyor.

Sadece bu tablo bile Almanya’da polis şiddetinin kaynağında caydırıcı tedbirlerin olmayışının yer aldığını gösteriyor. Devletin verdiği üniformayı sırtına geçiren polis, özellikle göçmenlere, antifaşistlere karşı keyfi olarak şiddet uyguluyor ve bu önemli ölöüde cezasız kalıyor.

Son birkaç haftadır farklı kentlerde basına yansıyan polisin şiddet olayları da gelecekte daha büyük saldırıların olacağının habercisi. Bu nedenle zaman geçirmeden, polisin başta eğitim programları ve mantığı olmak üzere pek çok açından reformdan geçirilmesi gerektiği tartışması gündemde. Sivillere karşı işlenen her şiddet olayının karşılıksız kalmaması bu açıdan önemli. Polisin halkın üstünde bir güç değil, mal ve can güvenliği sağlama açısından halkın hizmetine olduğu anlayışı gelişmedikçe ve bunu güvenceye alacak somut tedbirler alınmadığı sürece, güvenli güçlerinin ayrımcı ve yasa dışı bir şekilde uyguladığı şiddet olaylarının önlenmesi mümkün görünmüyor.

Diğer taraftan, varoluşu, mevcut sistemi zor-şiddet yoluyla savunmaya dayalı polis veya askeri birimleri, mevcut yasaların da dışına çıkarak insan hakları ve özgürlükleri ihlal etmekten caydırabilecek ise, siyasi iktidar ve kamu yöneticilerinin vicdanı ve takdiri değil, halkın bu konuda yükselteceği sesin düzeyi olacağı açıktır. (YH)

*www.rbb-online.de/kontraste/pressemeldungen-texte/unveroeffentlichte-studie–12-000-verdachtsfaelle-unrechtmaessig.html


Daha fazla göçmen polis çare mi?

Polisin göçmenlere karşı şiddet olaylarına başvurmasından sonra, özellikle polis teşkilatı içinde göçmen oranının çok düşük olduğu değişik şekillerde tartışılmaya başlandı. En son Federal İstatistik Dairesi tarafından yayınlanan verilere göre, ülke nüfusunun yüzde 25’ini göçmen kökenliler oluşturuyor. Bu oran bazı kentlerde daha fazla. Yine gençler arasında da ortalamanın üzerinde. Bazı büyük kentlerde 15 yaş altı gençlerin neredeyse yüzde 35-40’ı göçmen kökenli. 2016 itibariyle, 5 yaşındaki küçük çocukların ise yüzde 38’i göçmen kökenli idi.

Genel olarak göçmen nüfusun artış eğilimi içinde olduğu gerçeği ortadayken, Almanya’daki bütün resmi kurumlarında göçmenlerin sayısının şu ankinden daha fazla olması gerekiyor. Ancak başta polis ve yargı olmak üzere resmi kurumlarda göçmen oranı toplumdaki genel oranın çok altında. Polisliğe başvuranların oranı geçen yıl yüzde 12,5 olarak gerçekleşmiş. Özellikle “sorunlu bölgelerde” göçmen polislerin göçmenlerle karşı karşıya getirildiği bir politika izleniyor.

Göçmenlerin hayatın her alanında olduğu gibi güvenlik birimleri içinde de yer almasının mevcut şiddet içerikli ayrımcı uygulamaların sonunu getirmeyeceğini ABD’den biliyoruz. Polis içinde çok sayıda siyah polis olmasına rağmen siyahlara karşı polis şiddeti hem de pervasızca devam ediyor. Bu nedenle şiddetin azaltılmasına karşı çözüm olarak polis teşkilatına daha fazla göçmenin alınması geçerli bir çözüm olmayacaktır. Doğru olan polisin eğitim programlarının temelden değiştirilerek, farklı görünüşe, inanca ve düşünceye sahip insanların potansiyel tehlike olmadığı anlayışının pratikte güvenceye alınmasıdır. Ne var ki, son yıllarda Eyalet Polis Yasalarında yapılan değişiklerde, görünüşüne göre insanların potansiyel suçlu ilan edilmesine yasal zemin hazırlandı. Dolayısıyla, polisteki ırkçı ve ayrımcı uygulamalar devlet tarafından çıkarılan yasalarla güvence altında alınmış bulunuyor. Bu politika değişmediği sürece, teşkilata alınan göçmenler emredileni yerine getirmemekle suçlanacaklar ya da onlar da şiddete başvurmak zorunda kalacaklardır. Dolayısıyla bütün emniyet teşkilatlarında köklü bir zihniyet değişikliğine ihtiyaç var. (YH)

Close