Written by 09:30 POLITIKA

‘Her kapitalist çok sayıda ölüme yol açar’

Büyük şirketler Almanya’da muazzam bir pazar gücüne sahip. Sermaye yoğunlaşması ekonomik kalkınmanın hızını belirler.

Jürgen Leibiger*

Almanya orta tabakanın ülkesi olarak kabul edilir; orta tabaka, ekonominin „omurgası“ veya „motoru“ olarak adlandırılır. 500’den az çalışanı olan en küçük, küçük ve orta ölçekli şirketler, tüm şirketlerin yüzde 99’undan fazlasını oluşturmakta. Tüm çalışanların neredeyse yüzde 60’ı bu şirketlerde çalışıyor ve ekonomiye kazandırdıkları oldukça etkileyici.

Bütün bu yazdıklarımız sermayenin yoğunlaşması Marksist tezine zıtmış gibi görünüyor. Ancak bu rakamlar aynı zamanda tüm şirketlerin sadece yüzde 0,5’inin – tam olarak 16 bin 621’inin büyük şirket sayılmasına rağmen tüm çalışanların yüzde 40’ının buralarda çalıştığını göstermektedir. Ve bu büyük şirketler Alman ekonomisinin toplam cirosunun en az yüzde 65’ini üretiyor. Tekrarlarsak, tüm Alman ekonomisinin üçte ikisi, 3.4 milyon şirketin sadece 0.016’sında yoğunlaşmış durumda!

„Başarısız olmak için çok büyük ve güçlü „

Ekonomik kalkınmanın hızını belirleyen, bu büyük şirketler ve onlarla iç içe geçmiş ve onlara bağımlı şirketlerdir. Onlarda piyasa ve finansal güç yoğunlaşıyor, ihracat endüstrisinin çekirdeğini oluşturuyorlar, araştırma ve geliştirmede belirleyici potansiyele sahipler, binlerce tedarikçi firma ve müşterileri için şartları ve piyasa koşullarını belirliyorlar ve politikanın nasıl olacağı konusunda ayrıcalıklı bir ilişkiye sahipler. Uluslararası rekabet karşısında ve yanlış yönetimin sonucu olarak dokunulmazlıkları olsa da, ancak büyüklükleri ve ülkenin yapısını belirleyici pozisyonları onları başarısız olmak için oldukça büyük kılıyor.

Otomobil endüstrisi bunun güzel bir örneğidir: Tüm skandallara ve işlenen suçlara rağmen, hükümetlerin şımartılmış çocuğudur. Bir yandan Kartel Dairesi, rekabet hükümlerini ihlal etmenizi milyonlarla cezalandıracak, diğer yandan ise elektronik otomobil üretimi lehine milyarlarca euroluk sübvansiyondan yararlanacaksınız… Bu yüzyılın başlarına kadar Alman ekonomisinin kalbi “Deutschland AG” olarak biliniyordu. Merkezinde Deutsche Bank, Allianz, Commerzbank, Dresdner Bank, Münchener Rück gibi finans tekelleri ve Siemens, Daimler-Benz, RWE, Thyssen ve benzeri şirketler bulunan toplumsal yapıyı belirleyen bir ağdı. Bu karşılıklı katılımlar, karşılıklı bağımlılıklar, işbirlikleri ve kredi ilişkileri ağı, Alman ekonomisinin gerçek omurgası ve gerçek motoruydu; birkaç düzine güçlü erkeğin çemberi Almanya’nın nasıl yöneticileceğini belirliyordu.

Global „süper hücre“

Deutschland AG artık tarihe karıştı. Uluslararası grupların uzun süredir tüm kıtalarda ortakları, şubeleri ve yan kuruluşları var ve uluslararası finans devleri Alman finans kurumlarına çoktan yerleşti. Federal hükümet 2002 yılında şirket hisselerinin satışından elde edilen kârı vergiden muaf tuttuktan sonra, Almanya’daki yatırım ortamı yeniden düzenlenmeye başlandı. Başlangıçta nispeten sıkı ve istikrarlı ağ çözüldü, yerini çok daha esnek bir uluslararası ağ aldı. ETH Zürih’teki (Zürih Teknik Yüksek Okulu) araştırmacılar, birkaç yıl önce bu ağı karmaşık bir veri modeli kullanarak inceledi. Dünya çapında analiz edilen 43.060 uluslararası şirketten 1.318’i bu ağın çekirdeğine ait. Ortalama 20 holdingleri var ve satışların beşte dördü ile küresel ekonomiye hakim durumdalar. Bu çekirdek içerisinde sadece 147 uluslararası finans şirketinin, „süper hücresi“ o sırada araştırmaya dahil edilen tüm ulusötesi şirketlerin toplam varlıklarının neredeyse yüzde 40’ını kontrol etmekte.

Hans-Jürgen Jakob’un „Dünyanın Sahibi Kim?“ kitabında küresel şirketlerin en tepedeki 200 çalışanının portresi sergileniyor ve bu 200 aktörün 40 trilyon doların üzerinde serveti olduğu ortaya konuluyor. Karşılaştırma için: Araştırma yapılan 2015 yılında küresel brüt servet 155 trilyon, dünya üretimi 77 trilyon ve borsada işlem gören şirketlerin küresel piyasa değeri 62 trilyon dolardı. Dünyanın en büyük servet yöneticilerinden Black Rock’tan Laurence D. Fink, kendine ait olmayan yaklaşık 7 trilyon doları yönetiyor. Bu miktar, Alman devletinin brüt zenginliğinin iki katıdır ve toplam Alman “halk” veya net servetinin yaklaşık yarısına karşılık gelir. Ve Fink’in şirketi Deutsche Bank’taki hisselerin „sadece“ yüzde 5,17’sine sahip olmasına rağmen, onun rızası olmadan herhangi bir karar alınamayacağı bir sır değil. Dünyanın dört bir yanındaki hükümetler yatırım yapacağı beklentisiyle ülkelerini ziyaret etmesi için büyük çaba harcıyorlar. Dax gruplarındaki hisselerin yüzde 50’den fazlası yurtdışında tutuluyor, yabancı ülkeler tarafından kontrol edilen şirketler Almanya’nın brüt katma değerinin yaklaşık yüzde 25’ini oluşturuyor. Buna karşın Alman şirketlerinin de büyük uluslararası varlıkları var, doğrudan yatırımlarının hacmi şimdilerde 1 trilyon Euro’dan fazla.

Füzyon dalgası

Karl Marx, konsantrasyon ve merkezileşme süreçlerini sistematik olarak inceleyen ilk ekonomistlerden biriydi. Sermaye odaklarının sayısının giderek azaldığını gözleyerek ve buna inanarak, „Her kapitalist çok sayıda ölüme yol açar,“ diye yazdı. Aslında ise odakların sayıları ve şirket sayısı arttı. Birleşme ve devralmaların tekrarlanan konsantrasyon süreçleri ve atakları olabileceğini açıklamanın tek yolu budur. Her şeyden önce, Marx’ın gözünü diktiği ve tespit ettiği, üretimdeki teknik yenilikleri içermeyen inovasyon süreci, çoğu zaman şirket kuruluşlarıyla ilişkili olan yeni ürünlere yol açar. Bu aynı zamanda, çeşitli ekonomik sektörlerdeki sermaye yoğunlaşmasının farklı olmasına ve artan yoğunlaşma aşamalarına ek olarak, yoğunlaşmaya karşı eğilimler olabilmesine de yol açar.

İleriye doğru son itme, örneğin dijitalleşme ile oluyor – çok sayıda yeni şirketle yeni bir ekonomik sektör ortaya çıktı. Gerçi böylece bazı ürünler eski haline gelir ve onları üreten şirketler pazardan kaybolur (Joseph A. Schumpeter’in ünlü „yaratıcı yıkımı“), ancak şu anda gelişme, yıkımdan daha baskın görünüyor. Bununla birlikte, dijital ekonominin küresel devlerinin konsantrasyon potansiyellerini sınırına vardırması sadece bir zaman meselesi olacaktır. Bu süreç bazı bölgelerde halihazırda gerçekleşmektedir de zaten. Ve her ekonomik krizde olduğu gibi, gelecek kriz de yeni bir iflas, birleşme ve devralma dalgasının başlangıcını işaret edecektir.

*Jürgen Leibiger, emekli olana kadar Dresden Saksonya İdare ve İşletme Akademisi’nde ekonomi öğretim görevlisi olarak çalıştı.

(Junge Welt’ten çeviren: Semra Çelik)

Close