Semra Çelik
6 Ekim’de Hambach Ormanı’nı savunmak için bir araya gelen 50 bin’in üzerindeki kişi, eyalette kömür tarihinin en büyük eylemine imza attı. Benim açımdan da bir ilk olma özelliğine sahipti bu eylem: Eylemde öylesine çok genç vardı ki kendimi hiç bu kadar yaşlı hissetmemiştim!
Her şey Köln merkezi tren istasyonunda başladı; peron ezici çoğunluğunu gençlerin oluşturduğu doğa dostlarıyla doluydu. Tren geldi, bize ‚ileri yaşlardakilere‘ öne geçme hakkı verildi, tıklım tıklım dolu olan trendeki gençler kalkarak oturmamızı sağladılar. “50’nin üzerindeki arkadaşlarımıza yer verelim” diye uyarıyordu Göttingen’den gelen grubun sorumlusu genç sürekli olarak.
Horrem’de indik, eylem yerine gitmek için otobüsleri beklemeye başladık. Çoluk, çocuk yüzlerce kişi. Yine bir uyarı: “Otobüslere önce çocuklu ailelerin ve ileri yaşlardaki yurttaşların binmesini sağlayalım!”. Buir’de indik ve birkaç kilometre yürüdükten sonra miting alanına vardık. Miting alanı? Yok yok, miting alanı değil, sanki bir panayır burası. Bir yanda Davide Martello piyanosuyla en güzel, dilimize pelesenk olmuş şarkıları çalıyor, diğer tarafta elinde tahtadan yapılmış yılanlarıyla bir kadın müzik eşliğinde dans ediyor, aralarında çocukların da olduğu zamba ekibi eylemcileri bir mıknatıs gibi çekiyor. İki genç kadın boyunlarında Almanca, İngilizce ‘Bedava kucaklama’ yazısıyla, isteyen herkese geçici de olsa insan sıcaklığı veriyor. Irkçılığa karşı çıkan, AB’nin, Almanya’nın insanlık dışı mülteci politikasını mahkum eden, birlikte yaşamı savunan dövizler ortalığı kaplamış.
Bir gün önce polis tarafından yasaklanmış, itiraz üzerine izin verilmiş bir eylemdeyiz. Ortalık koşan, gülen, ebeveynlerinin omuzlarında veya bebek arabalarında olan biteni anlamaya çalışan çocuklarla dolu. Genç aileler hiç de bir eylemde olmanın dayanılmaz ağırlığına sahip değiller, ellerinde oyuncaklar ya da balonlar olan çocukların yüzünde korku yok.
Konuşmalar dinleniyor, hep birlikte ‘Hambi bleibt-Hambi kalacak!” sloganları atılıyor, ormana doğru küçük ziyaretler gerçekleştiriliyor. Bir genç kadın kendisinden görüş alan gazeteciye; “Kendim için, çocuklarımın, torunlarımın, insanlığın geleceği için buradayım.” diyor, “Bana verilen hediyeyi onlara sağlam devredebilmek için, ağaçlar için, nesli tükenecek yarasalar için buradayım.”
“Aman canım, ne var abartacak, kimi için macera, kimi için doğa romantizmi, kimi için havanın da iyi olması nedeniyle ailece bir kır gezisi…” Gerçekten öyle mi? Bu insanların çabasıyla RWE’nin ağaç kesimi durdurulmadı mı? Bu insanların kararlığı nedeniyle Aachen mahkemesi eylem yasağını iptal etmedi mi? Bu insanlar 2012’den beri ormanı işgal ederek, işgalcilere destek vererek David’in Goliath’a karşı dengesiz mücadelesini sürdürmediler mi? Attıkları her gol değerli değil mi?
Bu insanlar enerji tekeli RWE’ye, federal ve eyalet hükümetine kafa tutmuyorlar mı? Bu insanların çocuklarıyla başka yerlerde vakit geçirebilecek olmalarına rağmen tozun, toprağın içinde, polisin sıkı güvenlik önlemleri arasında “kır gezisi’ yapmaları normal mi?
Eyleme katılanların ezici çounluğunu gençler oluşturduğu için ilk kez kendimi yaşlı hissetmekten memnunum. Böylesi tarihi bir eylemde bulunmak da müthiş mutlu ediyor beni. Tek burukluğum, en fazla Türkiye kökenli göçmenin yaşadığı Kuzey Ren Vestfalya eyaletinde hem de güneşli, sıcak bir havada yapılan, neşeli, renkli, coşkulu bu eylemdeki Türkiye kökenlilerin sayısının azlığından kaynaklı.
Yaşadığımız, çalıştığımız ülkenin en güncel sorunlarından birine duyarsız kaldığımızı bir yana bıraksak bile; bu insanların HES’lere karşı, zeytin ağaçlarının kesilmesine, altın çıkarmak için toprağın zehirlenmesine, Hasankeyf’in sular altında bırakılmasına, vb. karşı mücadele eden insanlardan farkı yok. Onlar da tekellere, egemenlere, devlete, onun polisine direniyorlar. Dengesiz ama umut dolu bir mücadele sürdürüyorlar.
“Yenilecekleri açık, sonra da hayal kırıklığına uğrayıp geri çekilecekler.” mi diyorsunuz. Tamam, büyük bir ihtimalle haklısınız belki ama mücadele içinde öğreniyoruz, mücadele içinde güçleniyoruz, mücadele içinde örgütleniyoruz. Sonuçta bazıları ağaçların yaşamını birkaç sene uzatabildiğine sevinecek, bazıları kazanabilmek için daha neler yapılabileceğine kafa yoracak, kendi gibi düşünenlerle elele verecek, bazıları da devletin kimin devleti olduğunu fark edecek.
Hem sonra, ne demişti Brecht: “Mücadele edenler de kaybedebilir ama mücadele etmeyenler baştan kaybetmiştir.”