Written by 20:34 KÜLTÜR

Julide Kural ile söyleşi: Kadın izleyiciler oyunla bütünleşiyorlar

Leyla Çakır / Frankfurt

Kadın dergisi okuyucularımız için kısaca kendinizden ve tiyatro yaşamınızdan bahseder misiniz?

İstanbul Üniversitesi Felsefe ve Konservatuar bölümlerini bitirdim. Sanat hayatımın 41. yılındayım. Bu süre içerisinde sayısız film, dizi ve tiyatrolarda oynadım. Bir süre Almanya’da yaşadım. AST, Kent Oyuncuları, Dostlar Tiyatrosu gibi tiyatrolarda  sahne aldım. Sanat yaşamımı, kurucusu olduğum Ateş Tiyatrosu ile sürdürüyorum.

Sanat yaşamınızda sayısız oyun, sinema filmi ve tv dizilerinde oynadınız. Son dönemlerde ressam Frida Kahlo, Alman sosyalist kadın Rosa Luxemburg’u sahnede halkla buluşturmanızdaki amaç ve söz konusu şahsiyetlerin hangi özelliklerini seyirci ile buluşturmayı amaçladınız? Bunu yaparken de günümüzdeki toplumsal sorunlarla nasıl bütünleştirdiniz?

Kadın özgürlük hareketini çok önemseyen ve kendimde bir fiil uzun yıllardır  içinde olduğum bir yapı. Kadının özgürleşme ve özgürlük mücadelesine  bu anlamda özel bir yer ayırıyorum. Toplumsal iradeye  rağmen, ama bir yandan da  bu iki kadınında sosyalist kimliği bu sınıf mücadelesinde koydukları tavır tarihsel olarak benim kendimde de bir sosyalist olarak tanımladığımda, bir özdeşlik oluşturuyor aslında bu yanıyla, dolayısıyla bütün bu özellikleri hem sosyalist olmaları hem kadın mücadelesinin önemli simge isimleri olmaları nedeniyle tam da günümüzde, hani bir tarafta kadının özgürlük konusundaki talepleri bu kadar öndeyken bir o kadar da şiddete uğrayan kadın kimliği meselesinde bende kendi payıma bir tiyatrocu, bir sanatçı olarak bu kadınları sahneye getirerek, özgürlük mücadelesi konusundaki haklılığımızı ve direnicimizi tekrar göstermek istiyorum aslında.

Rosa Luxemburg  oyununu hem yazdınız, hem yönettiniz ve oynadınız. Bu süreçte, Rosa Luxemburg’un hangi yönü sizi etkiledi? Ve bu yönünü sahnede nasıl vurguladınız?

Rosa Luxemburg‘un, şöyle bir yanı var; bir yandan politik mücadele alanında gerçekten son derece dişil olan bir kadın birincisi, benim için bu çok önemliydi. Bütün o direngenliğine ve önderliğe erişmesine rağmen kendi kadın kimliğinden hiçbir zaman ödün vermeden yapıyor olması  önemliydi ki bunu 150 yıl olduğunu düşünürseniz o varoluş sürecini  çok daha anlamlı oluyor. Birde Rosa Luxemburg olağanüstü bir entelektüel, müthiş bir düşünce insanı, harika bir yazar olmakla beraber bir yandan da doğa insanıdır. Yani doğa ile ilişkisi çok güçlüdür. Toprakla, bitkilerle, kuşlarla; bu da kadın doğa ilişkisi bağlamında benim için Rosa Luxemburg’u  çok önemli kılan yanlardan biri. Bir başka özelliği de bu kadar derin hatta benim anlamadığım birçok ekonomi metinleri, kitapları olmasına rağmen bir o kadar duygulu, olağanüstü sade bir o kadar da şiirsel mektupları yazan bir kadın olması çelişki gibi görünse de bence bir bütün olan bu kimliği çok renkli, çok gerçek, çok coşkulu bazen çok komik, bence çok güçlü bir kadın olarak ortaya çıkıyor.

Türkiye’de, kadın hareketi söz konusu olduğunda, gerek edebiyat gerekse sanatın diğer alanlarında ve de politik arenada çalışma ve mücadele açısından sayısız kadın karakterler(Mihri Hatun, Behice Boran vb.) var. Söz konusu olan kadınları da çeşitli yönleri ile sahnede seyircilere buluşturma konusunda başka projeler söz konusu mu?

Evet, aslında ben yıllardır kendi coğrafyamızdan yani Türkiye sınırları içinde çok kadın araştırması yaptım ama bizde şöyle bir şansızlık var. Maalesef kadınlar üzerine yazılı metin bulmak çok zor yani evet genel olarak bir bilgi sahibi oluyoruz. Oysa bir tiyatro metni haline dönüştürebilmemiz için benim mesela Fride Kahlo, Rosa Luxemburg gibi çok katmanlı bilgilere ihtiyacım var ve maalesef kadınlar üzerine Türkiye’de çok az yazılmış çizilmiş var. Biz sadece isimlerini biliyoruz ya da çok az veri elde edebiliyoruz. Behice Boran için çok çalıştım ben ne yapılabilirim diye yeterli veriyi bulamadım maalesef hep bilinen şeylerin tekrarı vardı. Ama yine araştırıyorum, bütün arkadaşlara söylüyorum, bu coğrafya da bir kadını yapmalıyım, yapabilmeliyim diye. Bakalım, düşünüyorum şimdi birilerini.

Rosa Luxemburg oyununu, Türkiye ve Avrupa’nın birçok şehrinde seyirci ile buluşturdunuz. Özellikle kadın seyircilerden ne gibi tepkiler aldınız. Birkaç somut örnekle, okuyucularımızla paylaşır mısınız?

Şöyle, zaten bu oyunun ana seyircisi kadın. Kadınlarla erkekler arasında çok önemli bir fark var. Seyirci açısından da mesela erkekler, Rosa Luxemburg’u tanıyan, sosyalist kimlikli erkekler geldiğinde hep bir sonuç bekliyorlar. Yani Rosa Luxemburg, şöyle biri diye fiilen ‚yargılayacak‘ izliyorlar. Oysa kadınlar, Rosa’yı seyrederken her oyunda gördüğüm, benimle beraber Rosa oluyorlar ve o akışın içinde var oluyorlar. Oysa erkekler süreç içinde sürekli yargılayarak devamlı ‚öyle dedi öyle yaptı‘ gibi. Kadınlar böyle birşey yapmıyorlar, benimle beraber yürüyorlar, benimle beraber ağlıyorlar, benimle beraber kollarını kaldırıyorlar, benimle beraber hissediyorlar ve benimle beraber devrimci ruhları aslında beraber paylaşıyorlar. Benim için en büyük fark ister Avrupa’da ister Türkiye’de olsun (tabii bu yüzde yüz değil) elbette genelleme yapıyorum. Genel olarak öyle olmayan kadınlarda, erkeklerde vardır. Ben oraya çıktığımda kadınlar gerçekten Rosa’yla beraber oyun boyunca benimle beraber yürüyorlar. Yani ben oraya çıktığımda bir sürü kadının nefesini birlikte hissediyorum. Ben tek başına orada Rosa değilim. Ama erkekler şöyle, şimdi burada ne demek istedi, o niye eksik oldu, işte o niye böyle, hep bir sonuçla izliyorlar ve bir yargıda bulunmaya çalışıyorlar. Kadınlar ise o özgürlük duygusunu, o direnme duygusunu, o olunma duygusunu çok belki de hani bu özgürlük mücadelesine, yaşama biçimimiz de farklı bu dünyanın neresinde olursa olsun böyle bir fark var. Birde gençler var. Bu oyunu kadınlar ve gençler seyretsin. Gençler çok etkileniyor oyundan.

Son olarak, sanatçı Jülide Kural olarak ve sosyalist Rosa, olarak Almanya‘da yaşayan Göçmen kadınlara bir mesaj verin dersek, bir kaç cümle ile neler söylersiniz?

Göçmen olmak, tabi ki kendi yaşadığı topraktan ayrı olmak, kendi başına ayrıksı bir şey yani garip bir boşluk, olduğunu düşünüyorum hep hani var olmakla var oluşun doğduğu yer arasında bir arafta olmak gibi gelir bana göçmenlik, tam olamamak, tam diğeri de olamamak gibi ama tam da bundan belki Göçmen Kadınların, özgürlük mücadelesinde yapabilecekleri çok önemli bir görev var. Bu ortada olma hali. Hem bu toplumu, hem diğer toplumun bilgisine sahip olan kadınların o özgürlük mücadelesini katmanlı yürütmeleri daha mümkün olabilir diye düşünüyor ve bu konuda ayak direme gerektiğini düşünüyorum.

(Not: GKB tarafından yayınlanan KADIN dergisi için yapılan söyleşiyi olduğu gibi yayınlıyoruz)

 

 

 

 

 

Close