Written by 10:00 POLITIKA

Milliyetçi popülizm sadece AfD ve seçimlerle sınırlı değil

Değişen dünya koşullarına paralel olarak adeta küresel bir trende dönüşen milliyetçi popülizm Almanya’daki seçim kampanyasına da damgasını vurdu. Göç, göçmenler, mülteciler üzerinden sürdürülen bu politika, partilerin sadece daha fazla oy toplama arzusundan ibaret olmadığı gibi sadece AfD ile de sınırlı değil. Geçtiğimiz günlerde CDU’nun ‘mülteci akınını engelleme’ gerekçesiyle giriştiği yasa çıkartma hamlesi ve buna ilişkin tartışmalar da aslında bunun bir yansıması oldu. Sosyal sorunların gerçek nedenleri hakkında bulanıklık yaratan bu milliyetçi siyaset, göçmenleri hedefe koysa da, aslında seçimlerden sonra iş başına gelecek hükümetin, ülkedeki tüm emekçilere yönelik girişeceği sert ve kapsamlı programa işaret ediyor.

TONGUÇ KARAHAN

Almanya 23 Şubat’ta kritik bir önem taşıyan seçimlere sahne olacak. Mesele hangi parti ve adayın nasıl bir sıralama ile sandıktan çıkacağı ile sınırlı değil. Çünkü dağılan hükümetin yerine kurulacak iktidarı, iç ve dış siyasette ülkenin siyasi ve ekonomik geleceğini yakından ilgilendiren zor konular, koşullar ve ödevler bekliyor: Ekonomideki durgunluk ve güçlü rakipler karşısındaki açıklarını kapatmak, Ukrayna savaşı, enerji sorunu, Trump’la birlikte daha da ivmelenecek olan gümrük-ticaret savaşları, silahlanmaya devasa bütçeler ayrılması, Avrupa Birliği’nin geleceğine ilişkin tartışmalar ve geniş emekçi yığınların kötüleşen ve daha da zorlaşacak çalışma ve yaşam koşullarından kaynaklı hoşnutsuzluk ve tepkilerini idare edebilmek vb. Yani seçimlerin ardından başta işçi ve emekçiler olmak üzere ülkeyi, rutinin ötesinde kapsamlı ve keskin bir program bekliyor.

Peki tablo buyken, seçim kampanyasının mülteciler ve göçmenler üzerinden sivriltilmesi, adeta ülkedeki tüm sorunların anahtar meselesiymiş gibi toplumun önüne getirilmesi ne anlama geliyor?

MİLLİYETÇİ POPÜLİZM NEYİN ÜSTÜNÜ ÖRTÜYOR?

Göç ve mülteciliğin siyasi istismar konusun yapılması aslında ABD’den Avusturya’ya İtalya’dan Hollanda’ya birçok örnekte görüldüğü üzere sermaye siyasetinin ortak teması. Ülkelere göre kimi özgünlükleri olsa da ortak özelliği, geniş yığınları aynı basit yalana ve propagandaya inandırma çabasını içermesi: “Ülkemiz yabancılar, göçmenler, mülteciler yüzünden zarar görüyor; ekonomik -sosyal problemlerin kaynağıdırlar; sert önlemler alarak ülkemizin refahını ve geleceğini kurtarabiliriz”!

Ve diğer ülkelerde olduğu gibi Almanya’da da, geçim sıkıntısı, gelecek kaygısı, çalışma ve yaşam koşulları konusunda birikmiş sorunlar, eskisi gibi yaşayamaz hale gelme gibi nedenler halkın geniş bir kesiminde bu propagandayı etkili kılabiliyor.

Ve böylece, aslında büyük sermayenin ihtiyaçları ve talepleri tarafından şekillenen ekonomik ve siyasi programı, tüm halka benimsetilebilmenin en kullanışlı ve etkili aracı olan ‘milli motivasyon’ ortamı oluşturulmak isteniyor. Büyük sermayenin ihtiyaç duyduğu acı reçeteyi halka kabul ettirebilmek üzere “ülkenin çıkarları, milli ekonominin gerekleri, uluslararası rekabet gücünün artması, ülke güvenliğinin sağlanması” vb. gerekçelerle adeta milli seferberlik atmosferi yaratılmak isteniyor. Ve tam da burada en zayıf halka durumundaki mülteciler, göçmenler üzerinden bir istismar siyasetine başvuruluyor.

Tartışılan ve hedef gösterilen göçmenler ve mülteciler olsa da, aslında kabak yerli veya göçmen ülkedeki tüm işçilerin başına patlıyor: Almanya’da yeni kurulacak hükümete aday partilerin sermayeye büyük teşvikler getirmeyi planlarken işçilere ve halka, tasarruf ve fedakarlık programı uygulayacaklarını açıklamaları da bunun bir göstergesi. Otomobil, çelik, kimya veya hizmet işkolunda işçilere yönelik tehdit ve ekonomik baskıların seçimlerden sonra daha da bariz hale gelecek olması; eğitim-sağlık-konut vb. ihtiyaçlar için bütçeden daha az kaynak ayrılırken, göçmenler üzerinden politika yapan partilerin tümünün sermayeye vergi indirim vaatleri ve askeri harcamaları artırma sözleri de bu tablonun bir parçası.

Diğer taraftan AfD dahil göçmen düşmanlığını kışkırtan partilerin ikiyüzlülüğünü gösteren bir başka gerçek de, Almanya ekonomisinin ucuz işgücüne ihtiyaç duyması ve bunun da ancak göçmen işgücü sayesinde mümkün olabileceği!

Evet seçimlerden sonra Almanya ekonomi, siyaset ve uluslararası ilişkiler gibi pek çok konuda önemli virajlara girecek ve emekle sermaye arasındaki çelişkiler daha da artacak. Göç ve göçmenler konusu ise tam da bu nedenle ister hükümette isterse muhalefetteki partiler tarafından kullanılmaya, sosyal sorunların kaynağını örten bir perde olarak işlenmeye devam edecek. Bunun panzehiri ise, ülkedeki asıl tartışma ve kutuplaşmanın, işçi ve emekçilerle yeni hükümet eliyle uygulanacak sermaye programı üzerinden oluşup oluşamayacağı olacak. Ve yine ırkçılığa, milliyetçiliğe ve göçmen düşmanı politikalara karşı halkın sokağa taşan öfke, sağduyu ve duyarlılığının ne oranda devam edeceği de, milliyetçi popülist siyasetin yarattığı, yaratmaya çalışacağı tahribata karşı bir başka panzehir olacaktır.


YASA TEKLİFİ GİRİŞİMİNİN GÖSTERDİKLERİ

CDU’nun yasa teklifi girişimi ve onu izleyen tartışmalar, ülkedeki siyasi atmosferin hem bir özeti oldu hem de gelecek dönem açısından bazı ipuçları ortaya koydu.

CDU’nun göç ve mülteciler konusunda ne kadar sert olduğunu göstermek ve kendi sağındaki AfD’ye yönelen oylara talip olmak için giriştiği bu hamle, en çok da AfD’yi memnun etti ve onun işine yaradı. Göç ve göçmenlik konusunu en çok kaşıyan ve siyasi malzemeye dönüştüren AfD’nin elindeki kozu alma çabası olarak da görülen bu girişim, BSW ve FDP tarafından da desteklendi. Her üç parti de, AfD ile yan yana görünme tabusunu kırma pahasına milliyetçi popülist koroya kendi sesleriyle katılırken, teklife karşı çıkan SPD ve Yeşiller’in itiraz gerekçesi ise, ‘göç ve mülteci meselesinde biz zaten yapılacak tüm sertleştirmeleri yaptık’ şeklinde oldu. Nitekim bu oylamada ‘hayır’ diyen Yeşiller’in, teklifle çok da farkı olmayan 10 maddelik bir ‘göç planı’ ilan etmesi de göçmenlik konusundaki istismarın geniş bir siyasi yelpazede nasıl etkili olduğunun bir başka göstergesi oldu.

Sonuçta bu girişim CDU içinden gelen tepkiler ve en önemlisi de ülke genelinde yüzbinlerce insanın sokağa taşan net tepkisiyle reddedildi. Bu tepki Almanya’da ırkçı-milliyetçi siyasetin tek ve karşı konulamaz olmadığını göstermesi bakımından ve gelecekte bu siyasetin boşa çıkarılması adına gerçekten önemli ve değerli bir tepkiye işaret ediyor.

Ama yasa teklifi girişimi, siyaset sahnesinde şimdiye kadar bir kırmızı çizgi olarak görülen ‘AfD ile işbirliği yapmama’ tabusunu çatlattı ve önümüzdeki dönem AfD’nin ana akım siyaset içinde meşru bir aktör olarak yer alabilmesinin yolunu genişletmiş oldu.

Diğer taraftan AfD’den CDU’ya Yeşiller’den SPD veya BSW’ye kadar geniş bir yelpazede göç ve mülteci konusunun siyasi malzeme olarak kullanılma çabaları elbette tüm bu partileri eşitlemiyor ve aynı kefeye koymuyor. Ama içinden geçilen dönemde önceliği sermayenin beklentilerini karşılamak olan tüm partilerin politikasına milliyetçi popülizmin sirayet ettiğini gösteriyor.

Close