Federal Konsey, en az bir trilyon euro tutarındaki özel borçların 21 Mart 2025 Cuma günü nihayet onaylandığını duyurdu. Peki bu durum işçi sınıfı ve halk için ne anlama geliyor?
DIETHARD MÖLLER
489 milyar euroluk federal bütçede (2025 taslağı), faiz ve geri ödemeler halihazırda 317,3 milyar euroyu buluyor! Hatta 356 milyar euro tutarında yeni kredi bile alınıyor. Bu, federal bütçenin yüzde 60’tan fazlasının borç ve faiz ödemelerinden oluştuğu anlamına geliyor. Bu ödemelerin örneğin “sosyal yardım”, “ulaşım” veya “eğitim” gibi harcamalar olarak kaydedildiği ve bu nedenle çok yüksek olduğu ileri sürülmekte.
Birinci ve İkinci Dünya Savaşları ile 1923 enflasyonu, sosyal güvenlik sisteminin varlıklarını savaş ve kâr lehine tüketmişti. O günden bu yana bu soygun yüzünden emekçi sınıf fakirleşmiş durumda. Finansman, katkılar ve büyük ölçüde krediler yoluyla sağlanmakta. Örneğin, hükümet yeni enerji hatlarına sübvansiyon veriyorsa, bu bütçede sanayi sübvansiyonu olarak değil, “çevre koruma sübvansiyonu” olarak görünür. Aynı durum Tesla Grünheide gibi modern üretim tesislerinin tanıtımı için de geçerlidir. Eğer bu, başka yerlerde yok edilen işlerin yaratılmasını sağlarsa, bu sosyal bütçeye akıyor. “Yeşil” üretim gerçekleşirse, bu sanayi sübvansiyonu bile olsa, çevre bütçesinden geçiyor. Sonra da çevre, sosyal harcamaların vs. “pahalı” bir yük olduğu öne sürülüyor. Çünkü ulusal bütçenin büyük bir kısmı borçtan oluşuyor. Aslında faiz ve anapara ancak her yıl yeni ve daha yüksek borç alınarak ödenebilmekte. Böylece federal bütçe, büyük ölçüde, sürekli yeni ve büyük krediler vererek devlet bütçesini kendi çıkarları doğrultusunda kullanan finansal sermayenin merkezi haline gelmiş durumda.
Federal hükümetin borcu şu anda 1,7 trilyon euronun üzerinde. Özel “fonlarla” bu miktar 2,7 trilyon euronun üzerine çıkıyor. Buna göre, faiz ve geri ödeme için mevcut federal bütçenin tamamına ihtiyaç duyuluyor. Ulusal bütçe her yıl büyüdüğü için belli bir oranda artacak, ancak esasında kademeli olarak tekrar azalacaktır. Aslında yeni, daha büyük kredilere ihtiyaç kaçınılmaz. Sosyal hizmetlerde, eğitimde, konutta, kültürde ve daha birçok alanda da büyük kesintiler yapılması gerekecek.
BÜTÜN BUNLARIN YÜKÜ KİMİN SIRTINDA?
Sorunun cevabı ortada: Yük işçi sınıfı ve halkın sırtında, hesabı onlar ödeyecek.
Burada iki gerçeğe dikkat çekmekte yarar var: Birincisi, bu toplumda var olan maddi değerleri sadece onlar yaratırlar. İkincisi, ama siyasi güç onların değil, sermayenin elinde. Öyle olduüu için de devlet bütçesi finansal sermayenin kurbanı haline gelmekte.
Silahlanma ve altyapı için özel “fon” ile bu, mevcut düzeyin çok ötesine geçecek. GSYİH’nın %3,4’ü oranındaki savunma harcamalarının ne anlama geldiğini görmek istiyorsanız, onlarca yıldır askeri harcamalarına bu miktarı harcayan ABD’ye bakın. ABD’nin Vietnam, Afganistan, Irak, Libya, Suriye vb. ülkelerdeki sayısız savaşı ve bu savaşlardaki akıl almaz askeri harcamaları, ABD’nin kendi içindeki toplumsal çelişkileri uç noktalara taşıdı. Kitlesel evsizlik, milyonlarca insanın sağlık veya emeklilik sigortasının olmaması, işten çıkarılmaya karşı koruma olmaması, kitleler için yoksulluk ve sefalet. Karşılığında Musk, Bezos ve tüm sömürücü sınıf için fahiş bir servet.
Almanya’da yıllardır bu yoldayız. İşçi hareketinin on yıllardır verdiği mücadele sayesinde hâlâ koruma sağlanıyor, ancak bu koruma giderek ortadan kaldırılıyor. Özel fonlarla devasa oranda büyüyecek borçlar yüzünden bu süreç daha da hızlanacak. Eğer faiz ve geri ödemeler giderek artıyorsa ve her yıl finansal sermayeye yaklaşık 500 milyar euro ödenmek zorunda kalınıyorsa, mevcut sistemde bu ancak radikal sosyal kesintilerle gerçekleştirilebilir.
NEDEN SAVAŞ KREDİSİ VE YENİDEN SİLAHLANMA?
Daha fazla silahlanma ve savaşa yönelik bu uluslararası baskı nereden geliyor? Özel borçlar sadece Almanya’ya özgü değil. ABD, Rusya, Çin ve AB’deki birçok ülke silahlanmaya giderek daha fazla para pompalıyor. Yani suçu sadece “çılgın” Trump’a veya “güç takıntılı” Putin’e atamazsınız. Ya da şu sorulabilir: Hükümetimiz “çılgınlardan” ve “güç düşkünü” insanlardan mı oluşuyor? Bunda bir miktar doğruluk payı var elbette, ancak bu, uluslararası alanda silahlanma ve savaş eğilimini açıklamıyor.
1.200.000.000.000.000 veya 1,2 katrilyon ABD doları – bu, ETF’ler, Bitcoin vb. gibi tüm spekülatif yatırımları da içeren mevcut tahmini küresel servettir. Küresel gayri safi yurtiçi hasıla (GSYİH) ise, hizmetler ve spekülasyonlar dahil olmak üzere tüm yeni yaratılan değerin toplamı olan yaklaşık 80 trilyon ABD dolarıdır. Sermaye açısından talihsizlik şu ki, bu ücretler, sağlık harcamaları, eğitim ve çok daha fazlasını kapsıyor. Dolayısıyla kapitalizmin bugünkü aşamasında, %3 seviyesinde, yani enflasyonun hemen üzerinde bir yatırım getirisi pek mümkün görünmüyor. Bu, sermayenin kâr-azami kâr- ihtiyacının karşılanamayacağı anlamına gelir. Ayrıca, maksimum kâr peşinde koşmak, dünya çapında kitlelerin gerçek satın alma gücünün azalmasına neden oluyor, bu da satışları ve kârı giderek zorlaştırıyor.
‘Panzer, panzer ve daha fazla panzer’ çağrısının gerçek kaynağı bu. Büyük güçler arasındaki pazar ve hammadde mücadelesi kızışıyor. Çünkü ancak daha ucuza üreten ve pazarları fethedenler kârlarını artırabilirler. Trump ve Putin’in Ukrayna konusunda açıkça ortaya koyduğu (hammadde ve nüfuz alanları meselesi) bu mücadele için yeniden silahlanma ve savaş gerekiyor. Silahlanmanın sermaye açısından çok arzu edilen bir yan etkisi de var; kârlar özellikle yüksek. Ayrıca acilen yeni satış alanlarına ihtiyaç duyulmakta. Ve savaştan sonra tekrar para kazanabileceğiniz bir yeniden inşa süreci başlıyor.
Süper güçler ABD, Rusya ve Çin arasındaki mücadelede AB ve Almanya’nın çok küçük bir rol oynadığı, hatta Trump ve Putin tarafından acımasızca bir kenara itildiği giderek daha da belirginleşiyor. Sanayi ülkesi olan Almanya için sermayenin ucuz hammadde ve satış pazarlarından dışlanması ve eli boş kalması tehlikesi söz konusu. İşte “dönüm noktası”nın, savaş propagandasının ve şimdi de 1 trilyon dolarlık özel fonun arka planı bu. Alman sermayesi büyük güçler arasındaki mücadelede söz sahibi olabilecek kadar güçlenmek istiyor. Bu nedenle işçi sınıfı ve halk “savaşa hazır” hale getirilmeli, zorunlu askerlik yeniden yürürlüğe sokulmalı. Topa mermi yani yem lazım. Ayrıca Alman sermayesi, Almanya’nın tek başına büyük bir güç rolü üstlenemeyecek kadar küçük olması nedeniyle “Birleşik Avrupa”ya güveniyor. Ve Avrupa’da bu havayı yakalamak için de daha fazla askeri güce ihtiyacı var.
SAVAŞ KORKUSUYLA HALKI İKNA ETMEK
Dolayısıyla, Alman sermayesinin AB’de ve dünyada önde gelen bir süper güç haline gelebilmesi için, kısaca özel fonlar olarak adlandırılan savaş kredileri gerekli. Büyük güçler arasında giderek yoğunlaşan rekabette askeri güç hayati önem taşıyor. Ve aslında savaş tehlikesi büyüyor. Bu da daha fazla silahlanma talep etmek ve halkı daha fazla yeniden silahlanmaya ikna etmek için savaş tehdidini kullanmayı gündeme getiriyor. Nitekim şimdi de süreç bu şekilde işledi. Bundestag ve Bundesrat’ta özel “fon” konusunda yapılan oylama, daha fazla silahlanma ve savaşa giden yolu belirledi.
Bir kısmının “altyapı” için olması gerektiği gerçeği hiçbir güvence vermiyor. Sonuçta, ordunun işleyen yollara, köprülere ve demiryollarına ihtiyacı var. Bütün bunlar, Almanya’da onlarca yıldır kârı artırmayı amaçlayan kemer sıkma önlemleri nedeniyle bozulmuş durumda olduğundan, aslında Almanya’yı yeniden savaşa hazır hale getirmek için uygulanan bir silahlanma programının parçası. Teselli ikramiyesi olarak altyapı programında birkaç kreş ve diğer tesislerin inşası da yer alıyor ama bunlar göz boyama.
Siyasal olarak böyle bir durumda sermayenin, sömürülenlerle sömürenlerin aynı gemide olduğu ve “düşmana” karşı savaştığı propagandasıyla bir “milli birlik” havası yaratması önemli. İyi adamlar ve kötü adamlar… “Biz hammadde ve güç için değil, “özgürlük” için savaşıyoruz;” resmi söylem ve ahlaki baskı bu.
Çelişkiler derinleştikçe ve savaş tehdidi büyüdükçe kimin hangi tarafta olduğu giderek daha da belirginleşiyor. Aynı durum, Birinci Dünya Savaşı’nın başladığı 1914 yılında da yaşanmıştı. O dönemde Karl Liebknecht, Reichstag’da savaş kredilerine karşı oy kullanmış ve bu nedenle dört yıl hapis cezasına çarptırılmıştı. SPD baskılara boyun eğerek yeniden silahlanmayı kabul etmişti.
Bugün SPD, Scholz ve “Pistorius” ile yeni savaş kredilerinin arkasındaki itici güçlerden biriydi. “Zeitenwende”nin aktif destekçileri arasında eski pasifist Yeşiller de vardı. Ekolojik bir incir yaprağında anlaştılar. CDU/CSU ve FDP’nin zaten nerede durdukları konusunda hiçbir soru yoktu.
KAPİTALİZM VE SAVAŞA KARŞI KARARLI VE NET DURUŞ
Uzun zamandır daha fazla “savunmaya” ihtiyaç olup olmadığı konusunda tartışmalar yaşayan Sol Parti, sol görüşlü sosyal demokrat bir güç olarak kendini zor bir durumda buldu. Bu nedenle Bundestag’da savaş kredilerine karşı oy kullandı. Koalisyon ortağı olduğu Bremen ve Mecklenburg-Vorpommern’de ise, ayaklarını yere sağlam basarak onaylanmalarını mümkün kıldı. Bu hileyle kendisinin “devlet yanlısı” ve “yönetme yeteneğine sahip” olduğunu kanıtlamış oldu. Ama bu, aynı zamanda Sol Parti üyelerinin ve seçmenlerinin ezici çoğunluğunun savaşa ve yeniden silahlanmaya karşı olduğu gerçeğini de yansıtıyor; tıpkı SPD’nin tabanının 1914’te olduğu gibi. Bu nedenle Federal Eyaletler Konseyi’nde bu oylama davranışına karşı kitlesel protestolar yaşanıyor. Bu iyi bir şey! Çünkü bu, “devlet yanlısı” güçler olmaksızın silahlanmaya ve savaşa karşı ortak bir cephede mücadele etmeyi mümkün kılıyor. 1 trilyon euroluk savaş kredisinin onaylanması, işçi sınıfına ve halka yönelik bir saldırılar, güçlü bir muhalefet cephesini ve kararlı bir mücadeleyi gerektirmekte. Çünkü işçi sınıfı ve halk, zenginlerin çıkarları için savaşa gitmek istemiyor. Efendileri uğruna savaşa zorlanan diğer taraftaki kardeşlerimiz onların düşmanı değil. Ortak düşmanları sermaye! İktidar çıkarlarının, silahlanmanın ve savaşın bedelini sosyal haklarının yok edilmesiyle ödemek istemiyorlar.
Bu mücadele Bundestag ve Bundesrat’taki oylamayla bitmiş değil. Sonuçları toplumun geniş kesimleri açısından daha belirgin hale geldikçe, giderek daha fazla kişi buna karşı çıkacak. Dolayısıyla yeniden silahlanmaya ve savaşa karşı direniş artacak. Bu mücadelede “devlet yanlısı” siyasete değil, kapitalizm ve savaşa karşı kararlı ve net duruşa ihtiyacımız var!
Çeviren: Semra Çelik