Written by 09:15 POLITIKA

Sermaye cephesinde kaldıkça SPD‘nin güçlenme şansı yok

YÜCEL ÖZDEMİR

Oskar Lafontaine, genel olarak Alman solu, özel olarak da sosyal demokrasi için önemli bir siyasetçi. Lafontaine, 13 yıl boyunca aralıksız olarak Saarland Eyaleti Başbakanlığı yaptı. Doğu Bloku’nun yıkıldığı 1990’da partisinin başbakan adayı oldu, ama başarılı olamadı. Gerhard Schröder’in başbakanlığı kazandığı 1998’deki seçimlerde SPD genel başkanıydı. Yeşiller ile koalisyon hükümeti kurulduktan sonra da maliye bakanlığı koltuğuna oturdu. Ancak fazla uzun sürmedi. Başbakanlık koltuğuna oturttuğu Schröder ve ekibine karşı havluyu erken attı ve Mart 1999’da Maliye Bakanlığı’ndan ve SPD’deki bütün görevlerinden istifa etti. Sonradan kaleme aldığı “Kalbim Solda Atıyor” kitabında Schröder ve ekibinin sermayenin istediklerine karşı boyun eğdiğini, kendisinin ise bunu kabul etmeyerek istifa etmeyi tercih ettiğini yazdı. İstifası beklendiği gibi deprem etkisi yarattı. Fırsat buldukça Schröder ve ekibine yönelik eleştirilerini dillendirdi. Ajanda 2010’un karara alınmasından sonra ise bu eleştirilerinin dozajını sertleştirmekle kalmadı, parti içinde bağlantıda olduğu kesimleri harekete geçirdi. Başını sendikacıların çektiği bir grup SPD’den ayrılarak Emek ve Sosyal Adalet İçin Seçim Alternatifi (WASG) partisini kurmasını teşvik etti. Lafontaine’nin bu hamlesi Mayıs 2005’te Kuzey Ren Vestfalya’da yapılan seçimlerde önemli bir yankı yarattı. Yeni kurulan WASG katıldığı ilk seçimlerde 200 bine yakın oy aldı. Hareketin hızlı gelişeceğini ve SPD’yi zayıflatacağının farkında olan Schröder, ani bir kararla Eylül 2005’te erken seçim kararı aldı. Buna rağmen kendisini ve SPD’yi kurtaramadı. Lafontaine aynı yıl içinde WASG ile birlikte PDS’le birleşme süreci başlattı ve bugünkü Sol Parti’yi kurdu. Uzun bir süre eşbaşkanlık yaptı. Şimdi ise Saarland Eyaleti Grup Başkanlığı görevini sürdürüyor. Lafontaine, yükselen sağ popülizm, sosyal demokrasinin durumu ve solun geleceği üzerine yönelttiğimiz soruları yanıtladı.

Uzun bir süredir Avrupa’da sağ, ırkçı ve sağ popülist partiler ve düşüncelerinin arttığını görüyoruz. Siz bu sağ-milliyetçi hareketin yükselişini asıl olarak neye bağlıyorsunuz?

Avrupa’nın bütününde sosyal devletin yıkılışı, ücret ve emeklilik maaşlarındaki kesintiler. Geleneksel sosyal demokrat ve sosyalist partiler de bu kesintilere destek oldular ve işçilerin güvenini yitirdiler. İnsanlar şimdi hayal kırıklığıyla sağ partilere yöneliyorlar.

Sizin düşüncenize göre bu eğilim devam edecek mi?

Neoliberalizm egemen olduğu, sosyal devlet yok edildiği ve giderek daha fazla işçi ve emekli kötü yaşam koşullarına sahip oldukça bu eğilim devam edecektir.

Sağın güçlenmesi ile solun zayıflığı arasında bir bağ görüyor musunuz?

IG Metall Başkanı Jörg Hofmann’ın işçilerin bir kısmının da sorunu olan sigortasızlığın, güvencesizliğin AfD’yi güçlendirdiği şeklindeki tespitini doğru buluyorum. Şimdiki durum Ajanda 2010’un sonucudur. Başka bir deyişle AfD’nin güçlenmesinde SPD’nin payı oldukça büyüktür. Diğer Avrupa ülkelerinde de durum aynı. Örneğin Fransa’da Parti Socialiste’nin yanlışları olmasaydı bu kadar güçlü bir Front National de olmazdı.

Toplumsal ve ekonomik yıkıma ve sorunlara rağmen antikapitalist solun bu kadar güçsüz olmaya devam etmesini nasıl açıklıyorsunuz?

Tekeller medyaya egemen durumdalar ve halkın düşüncesini maniple edip belirliyorlar. Devlet sosyalizminin başarısızlığı örnek gösterilerek kapitalizmin zorunlu olduğu her defasında yeniden vurgulanıyor. Çoğu insan da buna inanıyor. „Bu ekonomi öldürüyor“ diyen Papa ne yazık ki yalnız kalıyor.

Sağın mülteci politikası yanında diğer konusu ‘AB’ye karşı olmak’. Alman solunun AB konusundaki yaklaşımı konusunda neler söylersiniz?

AB politikası neoliberal bir politika. Demokrasi ve sosyal devletin yok edilmesini öngörüyor. Bunun en iyi örneği Yunanistan. Avrupa’daki gerçek sol partiler bu konuda görüş birliği içindeler. Ancak bu kötü durumdan nasıl kurtulacağı üzerine tartışma sürdürülüyor. Ben, paranın değerinin düşürülüp yükseltilmesini serbest bırakan yeni bir para sisteminden yanayım. Bu değişim kuru, uzun yıllar boyu işçilerin ve işyerlerinin korunması için değerlendirilmişti. Kaldırılması bir hataydı.

SPD eski genel başkanı olarak Avrupa ve Alman sosyal demokrasisinin çöküşünü nasıl değerlendiriyorsunuz? Kendilerini toparlama şansları var mı?

Eskiden ‚biz ve onlar‘ deniyordu. Biz, işçiler, sendikalar ve partileri SPD, onlar ise büyük firmalar, tekeller, kar hırsları ve muhafazakar partilerdi. Avrupa’nın sosyalist ve sosyal demokrat partileri taraf değiştirdi, sermayenin yanına geçti. Orada kaldıkları sürece de toparlanma şansları yok.

Alman solu güçlenebilmek için hangi sorulara cevap vermeli, hangi konuları öne çıkarmalı ve bu konularda pratikte neler yapmalı?

İşçilerin ve emeklilerin çıkarlarını inandırıcı şekilde savunmalı. Rakibimiz olan partiler sosyal devleti yıktı, ücretleri aşağıya çekti ve yasal emekliliği tahrip etti. Seçmenleri öfke ve hayal kırıklığından oy verse de bu politika AfD tarafından da savunuluyor. Sol Parti, geleneksel sosyal demokrat ve sosyalist partilerin yaptığı hatayı yapıp, işçi ve emeklileri politikanın merkezinde görmekten vazgeçmemeli, onların adına, onları temsilen politika yapmamalı. Medya sermayenin yanında yer aldığından Sol Parti, sosyal medyayı daha aktif kullanmalı. İnsanların çoğu bir oyun oynandığının farkında. Şu sıralarda sürdürülen sosyal medyada yanlış haberler tartışması da zenginlerin çıkarları çerçevesinde sürdürülüyor.

Close