Aydın Çubukçu’nun Teori ve Eylem dergisinin 59. sayısında, “Sosyal Kimlik Üzerinden Politika ve Sınıf Mücadelesi” başlığıyla yayınlanan yazısından bir bölümü okurlarımızın ilgisine sunuyoruz.
Marksizm, toplumların evrimini, siyasal, ekonomik ya da üstyapısal değişim ve dönüşümünü sınıflar arasındaki mücadeleyle açıklar. Komünist Manifesto’nun ünlü özdeyişiyle “Bugüne kadar var olan tüm toplumların tarihi sınıf mücadelelerinin tarihidir.” (1)
Engels, sınıflar arasındaki mücadelenin değişik biçimler altında görünebileceğine işaret etmiştir: “İster siyasal, ister dinsel, felsefi, ya da tamamen başka ideolojik bir alanda yürütülmüş olsun, bütün tarihsel savaşımların, aslında, toplumsal sınıf savaşımlarının az ya da çok belirgin bir ifadesi olduğuna ilişkin yasayı, karşılık olarak, bu sınıfların varlığının, dolayısıyla çarpışmalarının, bu sınıfları ekonomik durumlarının gelişme derecesiyle, bu gelişme derecesinden doğan üretim biçimleri ve değişim biçimleri ile belirlendiğine ilişkin yasayı, ilk Marx bulmuştur.” (2)
Sınıflar, güncel koşullara bağlı olarak nispeten geçici taleplerle bir araya gelmiş gruplardan farklı olarak, tarihsel süreklilik gösterirler. Kendilerine özgü talep ve hedeflerini, toplumun tümünü ilgilendiren talep ve hedefler haline getirebilirler. Bu özellik burjuvazi için de, işçi sınıfı için de geçerlidir. Ara sınıflar ya da sınıf dışı toplumsal unsurlar, bunlardan birine eklemlenerek kendilerini ifade etmeye yönelirler. Marx, burjuvazinin tarihsel başarısının, kendi programını bütün insanlığın programı gibi kabul ettirmesi olduğunu söylemişti. Fransız Devrimine bağlı olarak ortaya çıkan “İnsan Hakları” kavramı aslında burjuvazinin, feodalitenin ideolojik ve politik egemenliğine karşı somut sınıf çıkarlarının ifadesiydi. Gerek tarihsel koşullar gerekse talep edilen hakların içeriği, o dönemde “bütün insanlığın” temel özlemlerini ifade etmeye elverişliydi. “Bir toplumda egemen düşüncesi, egemen sınıfların düşüncesidir” biçimindeki önerme de aynı olguyu dile getirir.
Herhangi bir sınıfın hareketinin bütün toplumu ilgilendiren etkiler ve sonuçlar doğurmasının temeli, içinde yaşanan üretim ilişkilerinin mekanizmalarıdır. Kapitalist topluma karakterini veren ana çelişki emekle sermaye arasındadır. Hareket halindeki her maddi unsur, her düşünce, her siyasal ya da ideolojik oluşum, bu çelişmeye göre biçim kazanır. Bir devletin dış politikası, ekonomik programları, eğitim, sağlık güvenlik politikaları, açık biçimde sınıf karakteri taşır. Bunların her birine bir bütün olarak, ya da parça parça yöneltilen eleştiriler ya da karşı koyuşlar da yine sınıf karakteri taşır.
Arkaik toplumsal anlayışların, geleneklerin ya da dinsel önyargıların sonucu gibi görünen kimi baskılar, yasaklar ya da sınırlamalar da verili koşullarda egemen sınıf karakteri taşır. Bunlara karşı mücadele de özünde bütün bunların kökünde yatan sınıf egemenliğine karşı mücadele eden sınıfın özelliklerini taşır. Marx ve Engels, Komünist Manifesto’da, aile, din, vatan gibi kavramlar karşısında “komünistlerin tutumu” olarak bir dizi açıklama yaparken, işçi sınıfının o dönemdeki somut yaşam koşullarından hareket ediyorlardı. Dolayısıyla, orada karşı karşıya koydukları farklı yaklaşımlar, burjuvaziyle işçi sınıfı arasındaki çatışmanın bir yansımasıydı.
Sonuçta onların vardığı ve tarihsel deneyimle doğrulanmış olan gerçek, bütün bu farklılıkların ve çatışmaların temelinde bir sınıf egemenliği kavgasının bulunduğudur.
Burjuvazi, her türden gericiliğin tarihsel varisi olarak hareket etmeyi, iktidarının devamı için zorunluluk olarak görmüştür ve bugün de öyledir. Şu ya da bu “demokratik” ülkede, “kimlik politikaları” biçiminde ortaya çıkan karşı çıkışları, kendi düzeni içinde eritmeyi başarabilmesi, sınıf egemenliğinin çıkarlarıyla ilgilidir ve bunu yıkmaya yönelmeyen her hareketin “hoş görülmesi” de bu temel çıkarın gereğidir.
Gerçekte, ekolojik muhalefet, cinsel özgürlük hareketi, kadın ve gençlik hareketleri, savaş karşıtlığı gibi, her biri emperyalist kapitalizmin genel yapısından doğan ama parça parça algılanabilen sorunlar için mücadele eden toplumsal hareketler, yukarıda değindiğimiz gibi postmodern düşüncenin “bütünsellik karşıtlığı” ilkesinin nesnel karşılığı gibi sunulabilmektedir.
Oysa zaman zaman dünya çapında etkili hareketler yaratabilen kadın ve gençlik eylemleri, çevrecilerin ısrarlı mücadeleleri, LGBTİ+ hareketinin köklü toplumsal önyargılara karşı direnişleri ve bunların parçalanmasında önemli bir rol oynamaları, parçalı özellikleri ve siyasal hedef bakımından belirsiz ve bulanık karakterlerine karşın özü bakımından sınıf mücadelesinin bir yansımasını temsil etmektedirler. Mücadelelerinin kapitalizme karşı mücadele olduğunu el yordamıyla hissetseler bile, hiçbirinin tek başına ya da hepsinin toplamının eyleminin kapitalizmi yıkamayacağı açıktır. Hepsinin ayrı ayrı talepleri haklı ve meşrudur; bu yüzden işçi sınıfı hareketi tarafından da desteklenmelidir. Çünkü sonuçta, tümünün taleplerinin ancak bir bütün olarak sosyalizmle mümkün olabileceği, bunun da ancak işçi sınıfının sınıf olarak iktidarıyla mümkün olabileceği de bir o kadar açıktır.
Marksist sınıf mücadelesi teorisi, burjuvaziyle proletarya arasındaki çatışmanın kapitalist toplumun bütün ilişkilerini belirlediğini söylemekle beraber, çatışan sınıfların bunlardan ibaret kaldığını asla ileri sürmemiştir. Her toplumda farklı egemenlik biçimlerinin yol açtığı farklı sınıf çatışmaları ortaya çıkabilir; ancak bu özel durumlar,
sınıf çatışmasının kendisinin toplumların değişip dönüşmesindeki etkisi hakkındaki teorinin geçersizliğini göstermez.
Kuşkusuz Marksizm-Leninizm, değişen koşulları göz önünde bulunduran ve her ülkenin kendisine özgü gelişme yollarını araştıran teoriler geliştirirken şimdi “kimlik mücadelesi” olarak adlandırılan bu hareket odaklarını da değerlendirmekle görevlidir. Ne var ki, bu çabaların ekseni ve temeli daima Marksist sınıf mücadelesi kavramı olarak kalır. Bunun dışındaki çözümlemeler ve teori inşa çabaları, reformcu, liberal burjuva ve küçük burjuva çerçeveyi ve hedef olarak da “radikal liberal demokrasiyi” aşamaz.
(1) Marx, K. ve F. Engels (2009) Komünist Manifesto ve Komünizmin İlkeleri, çev. M. Erdost,
Sol Yayınları, Ankara, sf. 116.
(2) Engels, F. (1976) “Üçüncü Baskıya Önsöz”, Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i içinde, K. Marx, çev. S. Belli, Sol
Yayınları, Ankara, sf. 11-12.