Written by 12:33 HABERLER

Utançların benzerliği: 1938 Evian ve 2016 Brüksel

1938 yılında Evian’da toplanan 32 ülkenin temsilcisi, Nazi Almanyası’ndan kaçmak isteyen Yahudi mültecilerin ülkelerine alınması konusunda anlaşmaya varamamışlardı. Bugünkü mülteci krizinde de Avrupa ülkeleri mültecilerin alınması konusunda anlaşamadılar. Tersine, kaçış nedenleriyle mücadele etmek yerine mültecilerle mücadele etmek konusunda hemfikirler. Bu durum, tüm farklılıklarına rağmen 1938 Evian ve 2016 Brüksel utançları arasındaki benzerliği gündeme getiriyor.

Prof. Dr. KLAUS BADE

Avrupa Birliği, 17 Mart 2016’da Türkiye ile mülteci alışverişi konusunda anlaştı. Buna göre geçerli belgeleri ve oturma izinleri olmadan Türkiye’den Ege Denizi üzerinden Yunanistan’a kaçan mülteciler, Türkiye’ye geri gönderilecek ‚illegal mülteciler‘ olarak tanımlanıyor. Geri gönderilen her Suriyeli mülteciye karşı, belgeleri ve oturma izni olan yaklaşık 72 bin Suriyeli, şebekelerin yardımı olmadan Avrupa’ya gelebilecek. Avrupa ülkelerinin bu Suriyelileri kabul edip etmemeleri onlara kalmış bir şey. Yoksa Brüksel sözleşmesini kabul etmeyeceklerini açıkladılar. Balkan yolunun kapatılmasından sonra balkan yolu öncesi kaçış yolu olan Ege Denizi de Schengen sınırlarının dıştan savunulması adına mültecilere kapatılmış olacak.
Bu, utanç verici hukuki estetik düzeltmelerle olanaklı hale getirilecek. İllegal mültecilerin kaçış nedenleriyle ilgili yuvarlak bir soruşturma ve Türkiye’nin ‚güvenlikli üçüncü bölge‘ ilan edilmesiyle, onların Yunanistan’dan Türkiye’ye sınırdışı edilmesi sağlanacak. Bu estetik düzenlemeler yapılmasa, illegal mültecilerin Türkiye’ye sınırdışı edilmesi de illegal olacak çünkü… Türkiye’nin güvenli üçüncü ülke ilan edilmesiyle Türkiye’deki sınırsız otoriter Erdoğan rejimi kutsanmış oluyor. Böylece basın, düşünce, bilim özgürlüğünün ayaklar altına alındığı, azınlıklara baskı yapılan, devlet terörünün ülke sınırları dışına taştığı ülke korunmaya alınıyor, olan biten bilinçli olarak görmezden geliniyor.

AMACA ULAŞMAK İÇİN HER ARAÇ GEÇERLİ
Ege Denizi’nde sürdürülen mücadelenin şebekelere karşı olduğu acınası bahanesi ise sahtekarlıktan başka bir şey değil. Şebekeler paralarını Türkiye’den birkaç mil ötedeki Yunanistan adalarına yolcu taşıyarak değil Libya’dan İtalya’ya özellikle de Lampedusa’ya doğru engin denizlerdeki riskli yolculuklarıyla kazanıyorlar.
Sonbahar fırtınaları sona erdiğinde bu tehlikeli engin deniz yolculukları yine artacak. Şimdiden Libya sahil koruma güçleriyle işbirliği içinde çalışan SOS MEDITERRANEE’ye bağlı “Aquarius” kurtarma gemisinin 200 mülteciyi kurtardığı haber verildi.

MÜLTECİLERE YÖNELİK SAVAŞIN ZAVALLI YAN ETKİLERİ
Mültecilerin ana hedef ülkesi Almanya’nın aile birleşimini zorlaştırması sonrası giderek artan sayıda aile mensubu bir şekilde Almanya’ya gelme yolunu deneyecek. Gelenlerin ve dolayısıyla kurbanların çoğu onlardan önce kaçan babalarının, eşlerinin yanına gelmek isteyen kadın ve çocuklar olacak.

1938 EVIAN KONFERANSI
Bu durum 1938’deki Evian Utanç Konferansı’nı hatırlatıyor. Nazi Almanyası’nda Yahudilere yönelik baskı arttıkça onların kaçabilecekleri ülke bulmaları zorlaşıyordu. Birçok ülke giriş yasağı koyuyor, sınırlarını kapatıyor, ülkeye girmiş mültecileri kamplara yerleştiriyor veya onları komşu ülkelere sınır dışı ediyordu. Bundan dolayı ABD Başkanı Franklin D. Roosevelt uluslararası bir kongre önerdi. Burada Yahudi mültecilere nasıl yardım edilebileceği konuşulacaktı. 6 – 15 Temmuz 1938 tarihleri arasında 32 ülkenin delegeleri ve onlarca Yahudi yardım kuruluşunun temsilcileri Fransız kaplıca kenti Evian’da bir araya geldi. Ama bütün ülkelerin temsilcileri, Dominik Cumhuriyeti haricinde, konuşmalarında ülkelerinin niçin zulme uğrayan Yahudileri alamayacaklarını anlatmaya çalıştılar. Konferans insanların sıkıntısına karşı ilgisizliğin ve vurdumduymazlığın utanılacak bir belgesiydi.
Bazıları Yahudi düşmanı argümanlar getirmekteydiler. Bazıları Yahudilerin gelmesiyle ülkelerindeki aşırı sağcı güçlerin harekete geçeceği endişesi içindeydiler. Bazıları Almanya’daki Yahdilerin iltica hakkını kötüye kullanabileceğinden yakındılar. Konferansın tek sonucu kalıcı bir mülteci komitesi kurulması ve bu komitenin Alman hükümetini Yahudilerin insani göçü konusunda harekete geçirmek için çaba harcamasıydı. Tabi ki boşa çıktı.
Evian’a yanıt olarak Alman hükümeti de, yabancı ülkelerin Almanları Yahudilere karşı tavrından dolayı eleştirmesine karşın, hiçbirinin „fırsat sunulduğunda“ kapılarını açmak istememesinin ne kadar „hayret verici“ bulduğunu büyük bir hoşnutlukla dile getirdi.
1938 ile 2016 arasında hiç kuşku götürmeyecek kadar farklılıkların olduğu açık. 1938’de terörün egemen olduğu sadece bir ülkede baskı altında tutulan bir grup öz konusuydu. Şimdilerde ise savaşın ve krizin hüküm sürdüğü değişik ülkelerden kaçmak zorunda kalanlar var. Kaçanların çoğunluğunun Kuzey Afrika ve Arap ülkelerinden olduğu ise göze batıcı. 1938’den farklı olarak bunlar arasında gerçekten ekonomik ilticacı veya iltica hakkını suistimal edenler olarak nitelendirilebilecek yaşam hakları ellerinden alınmış mültecilerin olması.
Çünkü şimdiki ‚mülteci krizi‘ aslında nedenlerine batının da dahil olduğu ve sığınmacıları Avrupa kapılarına sürüklemekte olan bir dünya krizi.

SÖMÜRGELER TARİHİNE GÖZ ATMAK
Bunun için Birinci Dünya Savaşı sonrası Kuzey Afrika ve Arap ülkeleri arasına keyfi sınır çizmeler, Afganistan, Irak ve Suriye’ye askeri müdahalelere uzanacak şekilde Avrupa sömürge tarihine şöylesine bir göz atmak yeter. Problemleri azaltmak isterken büyüttüler ve dünya çapında eylemler yapan terör milislerinin ortaya çıkmasına yol açtılar. Irak’ta yapıldığı gibi petrol kaynaklarının kontrol altında tutulmak istenmesi söz konusuydu. İran Başbakanı Mossadegh’in Amerikan ve İngiliz gizli servislerinin ortak çalışmasıyla 1953’te devrilmesi, ABD’ye bağımlı Şah rejiminin desteklenmesi, Humeyni rejiminin meşru hale getirilmesi ve 2001 yılında ABD’deki terör saldırıları hep bu politikanın ürünleriydi.
Karşılaştırılamayacak olan 1938’de Yahudilere yapılanın, örgütlü devlet terörünün bir üst aşaması, bir soykırım, dolayısıyla da felaket olarak benzersiz olmasıydı. Bunun, Holokost’un önceli olması sadece bir tarihçinin saptaması değildi. O dönem Nazi Almanyası’ndan kaçanlar neden kaçtıklarını bilmekteydiler. 1938 yılı sonunda ABD Başkonsolosu R. Geist, ABD’ye, “Almanya’daki Yahudiler öldürülmeye mahkum edildiler. Bu karar kısa süre içinde uygulanacak ve bu o kadar çabuk olacak ki dünya onları kurtaramayacak” diye bildirmişti.
Avusturyalı yazar Alfred Polgar, 1938’deki Evian Konferansı üzerine şunları yazmıştı: “Mültecileri nasıl koruyabiliriz sorusuna cevap aramak için toplananlar, kendimizi mültecilerden nasıl koruyabiliriz sorusuyla uğraştılar.”
Ve işte bilinçli olarak yapılan bu görmezden gelmezlik, 1938 ile 2016’yı benzer kılıyor. Şimdi de Avrupalılar, kapılarını çalan mültecilere nasıl yardım edecekleri konusunda hemfikir olamadıklarından, nedenlerle uğraşmak, çözüm aramak yerine problemi sınırlarından kovmak, uzaklaştırmak, görünmez hale getirmek istiyorlar.
Ama çoğunluk ‚mülteci krizi’nin dünya çapında yaygınlaşmış vahşi kapitalizmin can alıcı sorusunun yöneltildiğinin farkındalar. Hiç de Marksist olmayan zeki Papa Franziskus bunu birçok kereler açıkça belirtti.
İşte ortada duran bu sorunu kökünden çözmek istemeyen Avrupalılar, şeytanla bile ortaklık yapmaya hazırlar. Eritre ve Sudan’daki diktatörlerle el ele çalışıyorlar. Çünkü bu rejimler, kendilerinden kaçan insanların Avrupa’ya ulaşmasını engelleyecekler.
…..
Vahşi kapitalizmin şimdilerde mülteci krizi olarak ortaya çıkan can alıcı sorusuna verilecek cevap ise dünya çapında adil davranmak olmalıdır. Paylaşmayı öğrenmeliyiz. Bağış yapmak tabi ki iyi bir şeydir ama yetersizdir. Bağış yaparak sadaka verirsiniz, kesinlikle sosyal adalet sağlayamazsınız.

Çeviren: Semra Çelik

Close