Written by 15:14 HABERLER

„Sömürünün Çeşitliliği“

SEDAT KAYA
Eylül 2022’de Die Diversität der Ausbeutung – Zur Kritik des herrschenden Antirassismus  (Sömürünün Çeşitliliği-Egemen ırkçılık karşıtlığının eleştirisi) Dietz-Verlag Berlin tarafından yayımlandı. Kitabın editörleri Bafta Sarbo ve Eleonora Roldan Mendivil liberal ırkçılık karşıtlığını eleştiriyor. Bafta Sarbo ile kitap hakkında konuştuk.

Trafik Lambası (SPD/FDP/Yeşiller) koalisyonundan bu yana hükümet kendisini özellikle çeşitli ve kapsayıcı olarak sunuyor. İlk kez Türk kökenli bir kişi (Cem Özdemir) federal bakanlık yapıyor ve göçmenler üst düzey siyasi kademelerde yer alabiliyor. Kitabınızın tam da bu zamanda yayınlanmasının nedeni ne?
Kitabımızın yayınlanması aslında daha erken bir tarih için planlanmıştı, ancak belki de liberal ırkçılık karşıtlığı eleştirisi trafik lambası koalisyonu ile birlikte çok daha önemli hale geldi. Koalisyon sözleşmesine „kesişimsel eşitlik politikası“ gibi bir şey yazarak veya genel olarak ırkçılık karşıtı ve feminist konuları kullanarak, ilerici terimlerle kendini süslemeye çalışıyor. Ancak aynı zamanda, „geri dönüş saldırısı“ kapsamında sınır dışı işlemlerinin daha tutarlı bir şekilde yürütülmesi için çağrılar yapılıyor. Çeşitlilik sorunları çözmüyor, kitabımız bu konudaki soruları yanıtlıyor. Örneğin, „çeşitlilik“ kurumlarından veya ayrımcılıkla mücadele alanından, kitabımızın tam da kendilerinin ve aynı zamanda bizim de tekrar tekrar hissettiğimiz çelişkiyi adlandırdığını söyleyen çok sayıda geri bildirim aldık. Dolayısıyla kitabımız pratik bir deneyimin ürünü.

Kitabınızda öne çıkardığınız ırkçılık karşıtlığı kavramının farkı ne?
Sorun, ırkçılığın genellikle bir önyargı ya da bilinç sorunu olarak anlaşılması, insanların diğer gruplar hakkında klişelere sahip olması. Bu elbette ırkçılığın bir yönü. Ancak biz kitapta materyalist ya da Marksist bir teori temelinde bu olguların arkasında ne olduğuna bakmak istiyoruz. Bu stereotipler nasıl ortaya çıkıyor? Irkçı ideolojiler ister sömürgeci ırkçılığın klasik biçimleri ister ırk teorileri olsun, kapitalizmin ortaya çıkışıyla bağlantılı. Bunun nedeni insanların sömürgeleştirilmiş halkların normal düzeyin ötesinde aşırı sömürülmesini meşrulaştırmak istemeleri. Göçmen işçiler için daha düşük ücretli özel ücret skalaları ya da göçmen işçilerin normalden daha uzun süre ve daha fazla çalışmak zorunda oldukları işlere sahip olmaları gibi olgular günümüzde de devam etmekte. Bu bağlamda, aşırı sömürü kavramı kitapta bizim için merkezi bir kavram ve bu kavram aracılığıyla ırkçılığın ekonomik bir temele nasıl yerleştiğini anlamak/anlatmak istiyoruz. Birlikte mücadele etmenin mümkün ve gerekli olduğunu göstermek istiyoruz. Sadece aşırı sömürüyü ortadan kaldırmak için değil, ortak sınıf örgütlenmesi yoluyla sömürüyü tamamen ortadan kaldırmak için bunu yapıyoruz. Kitap tanıtımlarında da sıklıkla kullandığımız bir örnek, 1970’lerdeki yasadışı misafir işçi grevleridir. Orada özellikle iki talep öne çıkıyordu: Düşük ücret gruplarının (göçmenlerin ve kadınların sıklıkla çalıştığı düşük ücretli ücret grupları) kaldırılması ve herkes için 1 Mark zam. Yani mesele sadece işyerindeki aşırı sömürüyü ortadan kaldırmak ve ücretleri Alman işçilerle aynı seviyeye getirmek değil, aynı zamanda herkes için 1 Mark daha zam elde etmekti. Bu örnekler, „ırkçılık karşıtlığının“ bir „hayır işi“ olmadığını, ortak çıkarlar için ortak bir mücadeleden geçtiğini göstermekte. Dolayısıyla ırkçılık karşıtlığı her iki taraf için de gereklidir.

Kitabınızda 1990’ların başından beri işçi hareketinin zayıf olduğunu söylüyorsunuz. Ancak son yıllarda kimlik konusunda-politik mücadeleler arttı. Bu mücadelelerde işçi hareketi için nasıl bir potansiyel görüyorsunuz?
Şu anda Almanya’da „Black Lives Matter“ ya da Hanau’daki sağcı saldırıya tepki olarak ortaya çıkan gruplar gibi ırkçılığa karşı birçok hareket görüyoruz. Bence artık koşulları kabullenmek istemeyen genç, radikalleşmiş bir nesille karşı karşıyayız. Bunun içinde çok ilerici bir unsur var ve sosyalistlerin bunu değerlendirmesi önemli. Ancak aynı zamanda, bu hareketlerin toplumsal değişim potansiyeli olmaksızın nasıl giderek kimlik politikalarına yönlendirildiğini de görüyoruz. Özellikle 1990’lardan bu yana sol giderek daha fazla marjinalleştiği için, sosyalizm pek çok insan için gerçek bir seçenek gibi görünmüyor. Hayatlarında bir rol oynamıyor, çünkü gündelik hayatlarına ve yaşamlarına demir atmış bir örgütleri yok. Bu bağlamda, kimlik siyaseti veya kesişimsel olan liberal yaklaşımlar tarafından doldurulan bir boşluk var. Kesişimsellik de benzer şekilde işleyen bir kavram. Aslında söylenenen bir şeylerin birbiriyle ilişkili olduğu. Ancak kesişimsellik teorisine daha yakından bakarsak, sorunun ayrımcılık perspektifine indirgendiğini ve sınıfın cinsiyet ve ırkçılığın yanında sadece bir başka tali faktör olduğunu görürüz. Oysa işçi sınıfından olmak sadece bir ayrımcılık unsuru değil, sömürü anlamına da geliyor. Bu sömürüyü anlamak ise içinde işçi sınıfının özgül bir rolü olduğu için ırkçılığı anlamanın temeli. Örneğin şu anda Fransa’daki protestolara baktığımızda, en büyük enerji sendikasının sokaklara dökülüp „Taleplerimizi yerine getirmezseniz, zengin mahallelerin elektriğini keser, yoksul mahallelerin elektriğini bedava açarız“ dediğini görürsek, bu güce sadece işçi sınıfının sahip olduğunu fark ederiz. Toplumsal zenginliği o yaratıyor ve bu nedenle onu durdurabilecek bir konumda. Bu, işçi sınıfının yalnızca beyaz erkeklerden oluştuğu anlamına gelmiyor, maalesef kesişimsellik teorisi genellikle bunu ima ediyor. İşçi sınıfı büyük ölçüde göçmendir ve bugün her zamankinden daha fazla kadındır.

Bu, kimlik politikalarının ve kesişimselliğin geri itilmesi gerektiği anlamına mı geliyor?
Geri itilmesi gereken şey, herkesin kendi kimlik kategorisine çekildiği ve herkesin yalnızca kendi konumundan konuşmasına izin verildiği ayrılıkçı hareketlerdir. Örneğin, bunu sadece etkilenenlerin yapması gerektiği düşüncesiyle beyazların ırkçılık hakkında konuşma ya da bu konuda çalışma hakkı reddedildiğinde. Bu gerici bir yaklaşımdır ve geri püskürtülmelidir. İnsanların acil kaygıları nedeniyle politikleşmesi ve örgütlenmesi anlaşılabilir bir durumdur. Sosyalist örgütler insanların bu ihtiyacını onlarla çalışarak karşılayabilmelidir. Kimlik siyasetinden daha iyi, daha cazip bir öneriyle gelmemiz gerekiyor. O zaman teklifimiz kabullenilecek ve işe yarayacaktır.

Kitap Dietz-Verlag’dan aşağıdaki linkten sipariş edilebilir: https://dietzberlin.de/produkt/die-diversitaet-der-ausbeutung/

Çeviren: Semra Çelik

Close