YÜCEL ÖZDEMİR
Lüksemburg’da dün bir araya gelen AB İçişleri Bakanları Konferansının temel gündemi sığınmacılardı. Afrika ve Asya’dan yola çıkarak, bütün tehlikeleri göze alarak deniz yoluyla Avrupa’ya ulaşmayı başaran sığınmacıların durdurulması için bugüne kadar her türlü askeri, polisiye yönteme başvuran, sınırları korumak için en modern teknolojiyi kullanan, Avrupa’nın egemen sınıfları, şimdi pratik olarak sığınma hakkını ortadan kaldırmayı tartışıyor. Bu nedenle Lüksemburg toplantısından alınacak kararlar AB’nin sığınma politikası açısından bir “dönüm noktası” olmaya aday görünüyor.
Lüksemburg toplantısı öncesinde Alman basınında yer alan haber ve yorumlarda, AB düzeyinde ortak bir sığınma politikasının oluşturulması için sözde “sığınmacılar dostu” Yeşiller’in de ortağı olduğu Alman hükümeti de bu hakkın ortadan kaldırılmasına “yeşil ışık” yakmış görünüyor.
Plana göre, AB’nin sınır ülkeleri Yunanistan, İtalya ve İspanya “sığınmacı merkezi” haline getirilecek. Bu ülkeler üzerinden AB’ye giriş yapanlar başka ülkelere gidemeyecek. Sınırlarda kurulacak büyük iltica kamplarında tutulacaklar. Başvuruları kabul edilenler “dayanışma” esasına göre diğer ülkelere paylaştırılacak. Eğer kabul ederlerse… Kabul etmeyen ülke sığınmacı başına 22 bin avro ödemek şartıyla reddedebilecek.
Almanya, bunun kabul edilmemesi durumunda AB içinde sınır kontrolleri başlatılabileceği mesajını veriyor. Bu durumda AB’de ülkeler arasında sınır kontrolleri geri gelecek.
Bir diğer önemli nokta ise, geçiş güzergahı olan ülkelerle özel anlaşmalar yaparak, sığınmacıların Avrupa’ya ulaşmalarını engellemek. Kuzey Afrika’da sığınmacı kabul merkezlerinin kurulması daha önce Hristiyan Demokratlar tarafından önerilmişti. Kuzey Afrika’daki kamplarda alınacak başvurulara bakılarak, kimin Avrupa’ya gidip gitmeyeceğine karar verilecek. Bu da temel sığınma hakkının kaldırılması anlamına geliyor. Almanya’da çok sayıda kurum, inisiyatif ve siyasetçi öneriye sert bir şekilde karşı çıkıyor.
Verilen mesajlara bakılırsa Avrupa’nın egemen sınıfları, aşırı sağ tehlikesini de kullanarak, savaşlardan, otoriter rejimlerden, açlıktan… ötürü ülkelerinden ayrılmak zorunda kalanların yüzüne kapıyı sert şekilde vurmaya hazırlanıyor.
Zirve öncesindeki diplomasi trafiği de bunun ifadesi.
Salı günü Potsdam’da Fransa Cumhurbaşkanı Macron ile görüşen Almanya Başbakanı Scholz, bir gün sonra Roma’ya giderek İtalya’nın faşist Başbakanı Meloni ile bir araya geldi. Meloni de aynı gün Akdeniz üzerinden gelen sığınmacıları durdurmak için Tunus’a gitti.
Çantasında, Tunus’un “tek adam”ı Kays Said için bir de rüşvet vardı: Sığınmacı geçişlerini durdurması halinde IMF’ye olan borçların ödenmesine yardım edilecek. 2021’de yaptığı darbe nedeniyle AB tarafından sert bir şekilde eleştirilen Said ile ilişkiler, anlaşma durumunda normalleşebilir.
Said de, Erdoğan’ın yaptığı gibi sığınmacı pazarlığında elini sıkı tutarak daha fazla talepte bulunabilir. Denilebilir ki, AB sığınmacıların durdurulması için Said’e taviz vermeye çoktan hazır.
Geçen yıl İtalya’da yapılan genel seçimlerden önce en büyük vaadi sığınmacıları durdurmak ve geri göndermek olan Meloni, bugüne kadar istediğini hayata geçiremedi. Tersine gelen sığınmacı sayısı bugüne kadar geçen yılın aynı dönemine göre dört kat arttı. 28 bin.
Faşist liderler ya da partilerin seçim başarılarına rağmen, sığınmacılar hiçbir şey olmamış gibi umuda yolculuğa devam ediyor. Sığınmacıların insanca yaşama umudu devletlerin ve faşistlerin önlemlerinden daha güçlü. Bu her şeye rağmen, yoksul ülkelerden Avrupa’ya göç devam ediyor.
Bunu kullanan sermaye partileri, hükümetler, basın ve ırkçı örgütler, Avrupa halkları ve emekçileri arasında sığınmacı düşmanlığı yaparak korkuları körüklüyorlar. Bundan en kârlı çıkanların aşırı sağcı-faşist örgütlerin olduğu yıllardır biliniyor. Almanya için Alternatif (AfD) partisinin kısa sürede yükselmesi ve siyasette kalıcı hale gelmesinin en önemli nedenlerinden birisi sığınmacı düşmanlığı. Son anketlerde bu partinin ülkenin ikinci büyük partisi haline geldiği ifade ediliyor. İtalya’da açıktan faşist olan Meloni ve partisi MSI’nın geçen yıl seçimlerde birinci çıkması, İspanya’da VOX, Fransa’da Le Pen… gibi partilerin genel olarak oluşturulan sığınmacı düşmanlığı üzerinden güç topladığı net olarak görülüyor. Benzer bir durum Türkiye için de geçerli.
Gelişmeler, “sığınmacı düşmanlığı”nın sığınmacıların hareketini engellemediği, faşist partileri güçlendirdiğini gösteriyor; ekonomik sorunların büyüdüğü günümüzde bu propagandanın karşılık bulmasının koşulları da artıyor. Aşırı sağa karşı izlenecek tutum, onunla aynı tonda ve yarış halinde sığınmacı düşmanlığı yapmak değil, sığınmanın nedenlerine dikkat çekmek olmalı. Ülkeleri emperyalistler tarafından savaşa sürüklenen, yoksullaştırılan, sömürgeleştirilen insanlara “Neden ülkenizde kalmaya devam etmiyorsunuz?” demek tam anlamıyla utanmazlıktır.
Sığınmacılarla değil sığınma nedenleriyle mücadele esas alınmadığı sürece “sığınmacılar sorunu” bütün devletler, medya, faşist parti ve akımlar tarafından suistimal edilip, halklar karşı karşıya getirilmeye devam edilecek. Bu tehlikeli politikanın püskürtülmesi için; antifaşist, dayanışmacı ve antiemperyalist güçlerin seslerini daha fazla yükseltmesine ihtiyaç var.