Written by 14:35 POLITIKA

Almanya 2022: Yeni yıl, yeni umutlar

YÜCEL ÖZDEMİR

Almanya’da 26 Eylül 2021’de yapılan genel seçimlerde, 16 yıl boyunca başbakanlık koltuğunda oturan Angela Merkel’in başını çektiği Hristiyan Demokratların (CDU/CSU) seçimleri kaybetmesi, ardından SPD, Yeşiller, FDP’den oluşan “Trafik lambası” koalisyonun kurulması azımsanmayacak bir kesim arasında yeni umutlara vesile olmuştu. Bir tarafta seçim kampanyasının merkezine sosyal sorunları koyan;, asgari ücretin 12 euroya çıkarılmasını, Hartz IV’ü kaldırmayı vaat eden SPD, diğer tarafta küresel ısınmaya karşı doğanın korunmasını, savaşa karşı barışı dillendiren Yeşiller’in olması belli kesimler arasında geleceğe dair beklentileri arttırmıştı.

8 Aralık 2021’de SPD’nin adayı Olaf Scholz’un Bundestag (Federal Meclis) tarafından başbakan seçilmesiyle çalışmalarına başlayan yeni hükümetin vaatlerini adım adım hayata geçirmesi için de start verilmiş oldu. Her üç parti tarafından ilan edilen koalisyon anlaşmasında ne kadarının hayat bulacağından bağımsız olarak, bazı olumluluklar içinde barındırıyordu. Örneğin, 2003’ten bu yana SPD’nin sosyal politikalarıyla adeta özdeşleşen Hartz IV’ün adı 1 Ocak 2023’ten itibaren “Bürgergeld” (Vatandaşlık Parası) olarak değiştirildi ve yardımın miktarı kısmen arttırıldı. Yine asgari ücret 1 Ekim 2022’den itibaren 9,5 Euro’dan 12 Euro’ya yükseltildi. Göç politikalarında “paradigma değişikliği” olarak nitelenen vaatlerin bir kısmı, Almanya’nın kalifiye işgücü ihtiyacını karşılama bağlamında tartışmaya açıldı ve mecliste üzerinde çalışmalar başlatıldı.

Verilen vaatler ve bunların gerçekleştirilmesi yönünde atılan adımlara bakılırsa normal koşullarda halkın büyük bir kısmının mevcut hükümetten memnun olması gerekiyordu. Ancak, yapılan son kamuoyu yoklamalarında halkın üçte ikisinin koalisyon hükümetinin çalışmalarından memnun olmadığı görülüyor. Nitekim yüksek enflasyon nedeniyle halkın daha fazla kesimi yoksulluk ve geçim sıkıntısından etkilenmeye başladı.

27 ŞUBAT 2022: DÖNÜM NOKTASI

24 Şubat’ta Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik başlattığı işgal harekatı ve ardından yaşanan gelişmeler konusunda hükümetin aldığı tutum Almanya tarihi açısından gerçekten de bir “dönüm noktası” olma özelliği taşıyor. Rusya’yı durdurmak, savaştan vazgeçirmek için Fransa ile birlikte lideri olduğu AB üzerinden güçlü bir inisiyatif ortaya koyamayan Almanya, şimdi bunun ağır faturasıyla karşı karşıya. ABD-İngiltere ekseninin belirleyici olduğu bu süreçte, Rusya’nın Ukrayna üzerindeki emperyalist emelleri 24 Şubat’ta savaşa dönüşünce, “Trafik lambası” koalisyonu hızlı bir şekilde barış ve diyalog söylemini bir yana bırakarak Rusya’ya karşı Batı ittifakının parçası olduğunu hatırladı ve bu yönde adımlar attı. Ve bunu 27 Şubat pazar günü tarihinde ilk kez olağanüstü şekilde toplanan meclis oturumunda ilan etti. Aynı oturumda, askeri harcamaların attırılması için 100 milyar euroluk bir özel fonun kurulacağı ilan edilirken, daha önce bir “tabu” olarak kabul edilen savaş bölgelerine silah göndermeme ilkesinden de vazgeçildi. Ardından, adım adım Ukrayna’ya ağır silahlar göndermeye kadar varıldı. Başbakan Scholz’un ifadesiyle ilan edilenler Almanya için “Zeitwende”yi (Dönüm noktası) ifade ediyordu.

Ukrayna sahasında Rusya’ya karşı ABD-İngiliz ittifakının parçası olarak hareket etme aynı zamanda, kökleri “Soğuk Savaş” yıllarına kadar uzanan Almanya-Rusya ticari ilişkilerinde de yeni bir sayfa anlamına geliyordu. Öncesi bir yana, son 20 yıldır Gerhard Schröder ve Angela Merkel tarafından sürdürülen dengeli ilişkiler bir yana bırakıldı, enerji başta olmak üzere ekonomik olarak Rusya ile ilişkiler adeta sıfırlandı. Bu aynı zamanda, son 20 yıldır “stratejik” önem atfedilen ve Alman ekonomisinin dünya ölçeğinde rekabet gücünü korumasını sağlayan ucuz doğal gaz ve petrolden vazgeçmek anlamına geliyordu. İhtiyaç duyduğu doğal gazın yüzde 55’ini, petrolün yüzde 40’ını, Rusya ile Almanya arasında inşa edilen doğrudan ya da Ukrayna ve Polonya’dan geçen boru hatları üzerinden temin eden Almanya, bu hamleyle önemli bir ayrıcalığından feragat etmiş oldu. Bunun içeride halka faturası yüksek enerji fiyatları, hayat pahalılığı, enflasyon olarak geri döndüğü ortada.

ALMANYA BÖLGESEL AKTÖR OLABİLİR Mİ?

Oysa Ukrayna savaşından önce Almanya, Fransa ile birlikte NATO’dan bağımsız bir askeri güç (PESCO) kurma konusunda adımlar atmış, ABD’nin bütün baskılarına rağmen Rusya’dan doğrudan doğal gaz sağlayan ‘Kuzey Akım 2’ hattının inşasına devam etmiş ve Rusya ile gerçekleştirdiği ticaretteki avantajlarından vazgeçmeye yanaşmamıştı. Ukrayna savaşından sonra ise daha önce vazgeçmeye yanaşmadıklarının çoğundan vazgeçerek yeni bir rotaya girildi. Bu karar Almanya’dan başlayarak bütün kıta Avrupasının kaderini bir kez daha ABD’ye bağımlı hale getirdi. Gelişmeler, son bir yıl içinde olanların bugünkü gibi kalmayacağını açık olarak gösteriyor. Ekonomideki daralma, Alman sermayesini emperyalist yayılmacılık konusunda önceki döneme göre çok daha agresif hale getirecek. İçerideki refahın azımsanmayacak bir kısmının Rusya’dan ucuz enerji, emperyalist yayılma ve dış ticaret üzerinden sağlayan Alman burjuvazisi, bir taraftan silah sanayisinin çarklarını hızlı bir şekilde çevirerek daha fazla kar elde etmeyi planlarken diğer taraftan emekçi sınıflara daha fazla düşük ücret ve yoksulluk dayatacaktır.

SERMAYE PARTİLERİNDEN KOPUŞ HIZLANACAK

Ekonomik ve siyası gelişmeler, sosyal sorunların 2023’te ağırlaşarak devam edeceğini gösteriyor. Hükümet, 2022’de olduğu gibi 2023’de de borçlanmaya yoluyla, tepkileri bastırmak için yeni yardım paketleri açıklayabilir. Ancak enflasyonun yüzde 10’da dayanması, enerji ve temel gıda mallarındaki ciddi zamlar geniş emekçi kesimler arasında hükümet partilerinden kopuşu hızlandıracak gibi görünüyor. SPD ve FDP’deki çözülme belirtileri şimdiden kamuoyu araştırmalarına yansımış durumda. Koalisyonun diğer ortağı Yeşiller ise yükseliş içinde. Hem de ekonomi ve dış politikadayı elinde bulundurduğu halde. Yayılmacı ve militarist dış politikanın sözcülüğünü yapan Yeşiller, gelinen aşamada bir kez daha Alman sermayesine, silah tekellerine güvenirliğini kanıtlamış görünüyor. Bu nedenle bütün propoganda makinesi Dışişleri Bakanı Baerbock ve Ekonomi Bakanı Habeck’i parlatma yönünde çalışıyor. “Barışı” söylem bazında da gündeminden çıkaran bu parti aynı zamanda çevre, küresel ısınma ve yaşanılabilir bir doğayı da savunmuyor. Dolayısıyla özellikle gençlik arasında güven kaybetmesi uzun sürmeyecek.

Geride bıraktığımız sürecin 2023’e devredeceği yoksulluk, hayat pahalılığı ve askeri harcamalar konusunda en büyük sorun ise, sermaye partilerinden kopan kitleleri çekebilecek ilerici bir hareketin yoksunluğu. Geçmişte kısmen bu alandaki boşluğu dolduran Sol Parti (Die Linke), 2021 ve 2022’de yaşananlardan ötürü bu özelliğini kaybetmiş ve toparlanması da pek mümkün olmayan bir yola girmiş görünüyor. Sol Parti’yi halkın taleplerine göre değil, sermayenin çıkarları ekseninde muhtemel bir koalisyon hükümetinin en küçük ortağı olarak konumlandırmaya çalışanların artık “sol ile ilgisinin kalmadığı anlaşılmıştır. İşçi hareketinin, emekçilerin, ilerici güçlerin sermaye partilerinden kopuşu öngörerek, yeni bir muhalefet dinamiği oluşturması kaçınılmaz bir ihtiyaç olarak kendini daha net gösteriyor. Aksi halde, aşırı sağcı-faşistlerin sistem partilerinden kopan kitleleri yedeklemeleri kuvvetle muhtemel. Denilebilir ki, 2023 Almanya’da sosyal hareket açısından yönünü belirlemede de önemli bir yıl olacak. Halkın talep ve çıkarlarına dayanan, antifaşist bir hareketin ortaya çıkmasını sağlamak en büyük sorumluluk olarak önümüzde duruyor. (YH)

Close