YÜCEL ÖZDEMİR
Alman sermayesi dünyanın değişik bölgelerinde can havliyle ucuz enerji, ham madde ve iş gücü arayışında. Bu üç temel ihtiyacı kısa sürede temin edemediği takdirde, Avrupa’nın en büyük ekonomisi dünyanın diğer emperyalist devletleriyle rekabet etme şansını yavaş yavaş yitirecek. Zira şimdiden Alman ekonomisiyle özdeşleşmiş bazı yüzyıllık firmalar ya iflas bayrağını çekti ya da çekmeye hazırlanıyor.
Almanya bu hale elbette mevcut hükümetin izlediği yanlış dış politika sayesinde geldi. İhtiyaç duyduğu doğal gaz ve petrolü önemli ölçüde Rusya’dan temin ederek ekonomisini sürekli büyüttü. Şubat 2022 başlayan Ukrayna savaşıyla alımı aşamalı olarak durdurdu. Bunun ekonomiye ağır darbeler vuracağı az çok görülebiliyordu.
Soğuk Savaş yıllarının ortasında, 1973’de, ABD’nin tüm itirazlarına rağmen dönemin Sosyal Demokrat Başbakanı Willy Brandt, Sibirya’dan doğal gaz getirmek için Sovyetler Birliği ile anlaşmalar imzalamıştı. Ondan sonraki Başbakan Helmut Schmidt de ABD Başkanı Ronald Reagen’in bütün tehditlerine aldırış etmeden Sovyetler Birliği ile ticari ilişkileri geliştirmek için anlaşmalar yapmıştı. Aynı anlaşmalar çerçevesinde Sovyetler’den Almanya’ya doğal gaz ve petrol taşıyacak boru hatlarının yapılmasına ABD şiddetle karşı çıkmış, ambargo tehdidinde bulunmuş ancak geri adım atılmamıştı.
Sonraki başbakanlar Helmut Kohl, Gerhard Schröder ve Angela Merkel de aynı çizgiyi sürdürdüler. Hatta Schröder döneminde Almanya-Rusya ilişkileri alabildiğince yakınlaştı, iki ülke arasında Baltık Denizi altından doğrudan doğal gaz akışını sağlayan Kuzey Akımı I ve II hatları inşa edildi. Kendisi de bu hatları inşası için Rus ve Alman enerji tekelleri tarafından kurulan konsorsiyumun başına geçti. Bu süre zarfında Almanya, doğal gazın yüzde 55’ini, petrolün yüzde 40’ını Rusya’dan karşılayan bir ülke haline geldi.
ABD Eski Başkanı Donald Trump da Kuzey Akımı hatlarını kapatması için Merkel’e olmadık tehdit ve şantajlar yaptı. Ancak istediğini alamadı.
Ukrayna savaşı başladıktan sonra ABD Başkanı Joe Biden, hemen Rusya’dan doğal gaz ve petrol alımının durdurulmasını gündeme getirdi ve bu kısa bir süre sonra resmi karara dönüştü. ABD’nin Soğuk Savaş yıllarından bu yana Almanya’ya yaptıramadığını, Biden Ukrayna savaşıyla bir gecede Sosyal Demokrat Olaf Scholz’a yaptırdı. Vanalar kapatılmakla kalınmadı, Kuzey Akımı hatları dinamit konularak patlatıldı.
Gelinen aşamada 1970’li yılların başında Sosyal Demokrat Willy Brandt tarafından başlatılan süreç 2020’li yılların başında başka bir Sosyal Demokrat Scholz tarafından bitirilmiş oldu. ABD’nin belirlediği hattan ilerleyen Scholz, şimdi Alman sermayesinin ihtiyaç duyduğu devasa enerji ihtiyacını karşılamak için bakanlarıyla kapı kapı dolaşıyor.
Önce Arap şeyhlerinin önünde el pençe divan durmuşlardı. Şimdi de Orta Asya’nın otoriter rejimleri sırada. Pazar günü Özbekistan’ın Semerkant kentinden başlayan Orta Asya gezisi kapsamında Kazakistan’ın başkenti Astana’da, Kırgızistan, Türkmenistan ve Tacikistan’ın da katılımıyla “Z5 artı 1” zirvesi düzenlendi.
Alman sermayesinin enerji ve ham madde ihtiyaçları temelinde yapılan bu zirveden Almanya’nın bütün istediklerini almasını beklemek bir hayalden ibaret. Lakin Almanya’nın gözünü diktiği ülkeler hem Rusya hem de Çin’in radarında. Bölge, coğrafi olarak Asya’nın iki büyük gücünün arasında… Ukrayna savaşı nedeniyle Rusya’yı mahkum etmeyen bu ülkelerin Almanya ile ilişkileri tamamen ticari çıkarlar üzerinde olacak. Bu nedenle siyaseten derinleşme olasılığı bulunmuyor.
Kazakistan, Almanya’nın üçüncü büyük petrol tedarikçisi haline geldi. Keza Alman otomobil tekellerinin ihtiyaç duyduğu lityum bakımından da zengin bir ülke. Çin’den fırsat kalırsa bir kısmının Almanya’da gelmesi mümkün. Ancak bu sadece bir ihtimal.
AB ve Almanya 2007’den beri Orta Asya’da etkisini arttırmak, bölgenin enerji kaynaklarına sahip olmak için planlar yapıyor. Aynı yıl AB tarafından ilan edilen “Orta Asya Stratejisi” kapsamında, 2012’de Kazakistan ile ham madde ortaklığı anlaşması imzalandı. 2018’de yine Almanya’nın inisiyatifiyle Orta Asya’nın Avrupa ile bağlantılarını güçlendirmek için ulaşım altyapısını genişleten stratejisi uygulamaya konuldu. Ancak bir ilerleme sağlanamadı.
Ne var ki Alman sermayesi için enerji ve ham madde ihtiyacı çok büyük ve zaman da daralıyor. ABD ve Asya’daki müttefikleri Çin’e karşı gerilimi tırmandırmaya devam ediyorlar ve çok da uzak olmayan bir dönemde önemli yaptırım ve boykot kararlarının ilan edilmesi bekleniyor. Bu Alman ekonomisine ikinci büyük bir darbe olacak. Çünkü Almanya’nın dış ticaretinde Çin’in önemi çok büyük. Çin’e karşı NATO ve ABD’nin planlarının parçası olan Scholz ve hükümeti adeta ülkeyi uçurumun kenarına sürüklüyor. Bu durum doğal olarak Alman sermayesinde ve halkında gelecek korkusu ve endişesini büyütüyor. Sermaye, ihtiyaçlarını karşılamak için dış politikada daha saldırgan, militarist, sömürgeci bir çizgi izleyecek gibi görünüyor. Bu nedenle Scholz’un yerine partisinden Savunma Bakanı Boris Pistorius’un adını başbakan adayı olarak öne sürenler var. Diğer tarafta ise Pistorius ile aynı çizgideki Friedrich Merz, ana muhalefetteki Birlik partilerinin başbakan adayı olarak ilan edildi.
Gelecek korkusu ve endişesi içinde olan halkın bütün bunların sorumlusu olan hükümet partilerine tepkisi zirvede. Alman ekonomisindeki gidişat, emperyalist rekabet çok şeye gebe…