Written by 11:00 POLITIKA

Antisemitizm, İsrail ve düşünceye tahammülsüzlük

Hamas’ın 7 Ekim’de İsrail’e yönelik düzenlediği terör saldırısından bu yana Almanya’da en fazla duyulan, tartışılan kavramlardan birisi antisemitizm oldu. Hükümet temsilcilerinden başlayarak, medya ve değişik kitle örgütlerine kadar geniş bir yelpazede her fırsatta “antisemitizmin asla kabul edilmeyeceği”nin altı çiziliyor. Kavram her ne kadar tarihte ilk olarak Ortadoğu’da yaşayan Arap, İbrani, Süryani ( Arami, Keldani, Asuri ), Akad gibi halkların mensup olduğu Sami halklarını hedef göstermek için kullanılsa da zamanla sadece Yahudi düşmanlığını için kullanılmaya başlandı. Günümüzde de antisemitizm asıl olarak Yahudi düşmanlığını ifade etmek için kullanılıyor.

Yahudi düşmanlığının tarihi Avrupa ve Ortadoğu’da İsrail’in kuruluşundan yüzyıllar öncesine dayandığı halde, özellikle Avrupa’da kavram İsrail düşmanlığı ile aynılaştırılıyor. Bu nedenle İsrail devleti ve hükümetini eleştiren herkesin antisemitist ilan etme kolaycılığıyla pek çok kesim tehdit edilirken, düşünce özgürlüğü de ayaklar altına alınıyor.

Örneğin Berlin’de 8 Kasım’da Berliner Volksbühne‘de Sol Parti (Die Linke) yakınlığıyla bilinen Rosa Luxemburg Vakfı tarafından gerçekleştirilen “Europa der Räte” (Konseyler Avrupası) Kongresi’nde davet edilen İngiltere İşçi Partisi eski Başkanı Jeremy Corbyn son anda, Filistin yanlısı görüşleri nedeniyle programdan çıkarıldı. Londra’da İsrail’in yaptığı katliamlara karşı yüzbinlerce insanın katıldığı mitinglerde konuşan Corbyn’in “Yahudi düşmanı” olduğunu ileri sürmenin art niyet taşıdığı ortada.

Üstelik, Corbyn’in iki devletli çözümden yana olduğu önceden bilindiği halde son anda bu görüşleri nedeniyle programdan çıkarılması, 7 Ekim’den bu yana antisemitizm üzerinden sürdürülen ve adeta cadı avına dönüştürülen kampanyanın Alman solunu da önemli oranda etkilediğini gösteriyor.

Ortada Corbyn’in antisemitist olduğuna dair bir veri olmadan alınan ambargo kararı Almanya solunun da devlet-hükümet tarafından çizilen çerçeveyi zorlamak istemediğini gösteriyor. Hem de Corbyn’e kendisini savunma hakkı bile verilmeden.

Corbyn’in programdan çıkarılmasını eleştiren Sol Parti Avrupa Parlamentosu adayı ve Jacobin dergisi genel yayın yönetmeni Ines Schwerdtner Neues Deutschland gazetesinde yazdığı yazıda haklı olarak, alınan kararın arkasında açık bir tartışmanın olmasının istenmediğini ifade ederken şuna dikkat çekiyor: “Ukrayna savaşı görmezden gelemeyeceğimiz biçimde Kuzey ve Doğu Avrupa’daki solunun varlık koşullarını ortadan kaldırdı. Belçika ve İngiltere solu kanlı sömürgecilik tarihlerinden ötürü İsrail’in yerleşimci politikasına karşı, arka planında Holokaust olan Alman solu ise farklı tutum alıyor. Bir Avrupa konferansında bu ele alınmak zorunda.” (https://www.nd-aktuell.de/artikel/1177656.europa-den-raeten-jeremy-corbyn-in-der-volksbuehne-kein-linker-diskurs-erwuenscht.html)

Buna İspanya, İtalya ve Yunanistan solunu da dahil etmek gerekiyor elbette. Her üç ülkede de sendikalar, ilerici parti ve örgütler İsrail terörüne karşı Filistin halkı ile dayanışma içinde olduğunu sokakta ifade ediyor. Her ülkenin sol-ilerici parti ve örgütlerinin bazı gelişmeleri farklı değerlendirmesi, bir yere kadar anlaşılabilir. Ancak İsrail ve Filistin konusunda bu kadar taban tabana zıt tavırların alınması eşine az görülebilecek gelişmelerden birisi oldu. İşçi Partisi ile bir bağlantısı kalmayan, yeni bir hareket için kolları sıvayan Corbyn’in Rosa Luxemburg Vakfı tarafından dışlanması aynı zamanda solun da birbirine karşı hoşgörüyü kaybettiği olaylar silsilesinin yaşandığına işaret ediyor.

Bunun başlıca nedeni Almanya’daki solun önemli bir bölümünün kendisini tarihsel sorumluluğun altına koyarak pozisyon belirlemeye çalışmasından kaynaklanıyor. Diğeri de elbette sürekli normal bir sistem partisi olma çabası içinde olan Sol Parti’nin (Die Linke) izlediği politikadır. SPD, Yeşiller ve sendikal hareketin büyük bir bölümünün “tarihsel sorumluluk” gereği İsrail’in yanında yer alması aslında bir tarih çarpıtıcılığıdır.

Özellikle Yeşiller ve SPD’nin “antisemitizmi” bayrak haline getirerek bütün toplumsal kesimleri tehdit ettiği bir dönemden geçiyoruz. Yeşiller üyesi Federal Ekonomi Bakanı Robert Habeck de en son bu tartışmaya çektiği yaklaşık dokuz dakikalık bir video ile katıldı. Habeck söz konusu videosunda Müslüman inancındaki bütün göçmenleri açık olarak hedef haline getirdi, suç işleyenlerin sınırdışı edilmesini istedi.

Sol Parti’den başlayarak merkeze doğru Alman solu, sendikaları hiç bu kadar Filistin karşıtı, İsrail dostu olmamıştı. Halbuki Yeşiller’in de içinde olduğu sol akımlar ve gruplar geçmişte Filistin halkı ile dayanışma içinde oldu. Ancak, gelinen aşamada Filistinlilerin çektiği acılar İsrail’in saldırgan politikalarına feda edilerek, karşı bir politika izleniyor. Bunun bir yönü genel olarak içinden geçtiğimiz süreçte rüzgarın milliyetçilik ve ulusal çıkarlardan yana esmesiyle ilişkili. Diğer yanı ise sözde sol partilerin kendilerini devletin politikasına uydurumasının bir yansıması.

Nitekim Almanya’da devlet yönetim aygıtının bir parçası olmanın yolu, değişmez dış politika olan İsrail’in güvenliğini tartışmasız kabul etmekten geçiyor. Ancak “İsrail’in varlığını kabul etmek”, işbaşındaki hükümetin politikalarını “tabu” haline getirmekle özdeşleştiriliyor ve başka bir halkın acısına göz yumulması dayatılıyor. İlerici, sol çevreler açısından ‚Ya İsrail’den yana ya İsrail düşmanısın‘ kıskacı ve dayatmasına boyun eğmek asla kabul edilemez. Çünkü, tam da, barış ve halkların kardeşliğine daha güçlü sahip çıkmak gereken bir dönemden geçilen bugünlerde, solun yeri devletler-hükümetler değil halkların yanıdır. (YH)

Close