Written by 14:12 HABERLER

Brecht şarkılarının vazgeçilmez sesi Gisela May

1924 yılında Almanya’nın Wetzlar şehrinde yazar Ferdinand May ve oyuncu Kaete May’ın kızı olarak doğan Gisela May, Brecht şarkılarıyla ünlendi. Doğu Almanya Cumhuriyeti’nde yaşadı. Bir çok kez DAC devlet ödülünü kazandı. Almanya Birleşik Sosyalist Partisi (SED) üyesiydi. Berlin Ansamblesi’nin değişmez sanatçısıydı, ama iki Almanya’nın birleşmesi sonrası tiyatrodan atıldı. Televizyon filmleriyle yaşamını kazandı. Özellikle ‘Adelheid ve Katilleri’ adındaki komedi türündeki polisiye diziyle herkesin sevgilisi haline geldi. Aradan 10 yılı aşkın süre geçtikten sonra Brecht- Weill Programı’yla tekrar Berlin Ansamblesi’ne döndü. 2 Aralık 2016’da aramızdan ayrılan Almanya’nın yetiştirdiği bu büyük sanatçı ile değişik televizyon kanalları ve dergilerde yapılan röportajlardan bir kolaj yaptık.

Dünyanın her yerinde tanınan bir kabare sanatçısısınız. New York, Milano, Paris, Moskova ve Sidney’de Kurt Weill, Hanns Eisler ve Paul Dessau’nun bestelediği Bertolt Brecht şarkılarını seslendirdiniz. Şimdilerde çoğunlukla televizyonda gösterilen Adelheid ve Katilleri dizisindeki anne olarak tanınmak sizi üzmüyor mu?

Hayır üzmüyor. Nereden nereye… Bu küçük rolle seyircileri oldukça etkiledim. Yolda yürürken geliyorlar, bakıyorlar, bakıyorlar, sonra geri dönüyorlar ve “ bana devamlı anne deme değil mi Bayan May?” diyerek dizide kızıma söylediğim cümleyi tekrarlıyorlar. Televizyon seyircileri afişlerimi görerek Brecht şarkılarını dinlemek için konserlerime geliyorlar.

İki Almanya’nın birleşmesi sonrası Doğu ve Batılılar arasındaki ilişkileri nasıl değerlendiriyorsunuz? Beklentiler nasıldı? Hayal kırıklığı yaşandı mı?

Tabi. Özellikle doğuda yaşayanların büyük beklentileri vardı. Gençler cennete kavuşacaklarını umuyorlardı. Federal Almanya Cumhuriyeti’ni tanımıyorlardı. Kapitalist bir ülke konusunda bilgisizdiler. Her şeyin çok güzel olacağını sanıyorlardı. Şimdi hayal kırıklığı içindeler. Batı Almanlar için durum değişikti. Başlangıçta birleşme onları olağanüstü şekilde sevindirdi. Ben de sevindim, diğer tarafta dostlarım vardı, onlarla beraber olmanın sevinci içindeydim. Ama birçok zorlukla karşılaşacağımızı biliyordum. Batı Almanlar da bunun bilincinde değillerdi. Şimdi her iki tarafta da birleşmenin coşkusu bitti. Artık birleşmek yerine bölündüler. Kötü bir durum bu.

Bölünmüşlük birleşmenin önüne mi geçti?

Evet öyle oldu. Hele de her seçim döneminde geçmişe atıfta bulunulması ve doğuluların eski kimliklerine döndürülerek tartışılması bölünmüşlük sürecini hızlandırıyor.

Politika yapılırken hep geçmiş hatırlatılıyor. Yapılamayanların nedeni sürekli olarak DAC gösteriliyor. Enkaz edebiyatı yapılıyor. Geleceğe değil geçmişe bakılıyor ve suçlu aranıyor.

Birleşmenin üzerinden bu kadar zaman geçti. Batı Almanlarda size en yabancı gelen şey ne?

Yabancı olarak nitelemeyeceğim ama bir sanatçı olarak seyircilerin tepkisinin değişik olduğunu fark ediyorum. Batılılar her şeye gülüyorlar. Sahnede ne yaparsak gülüyorlar. Bazen gülünmeyecek şeylere de katıla katıla gülüyorlar. Hiçbir anlam taşımayan, hiçbir değeri olmayan şeyler üzerine gülünmesi beni şaşırtıyor.

Doğulular ise yüzeysel değerlendirme yapmıyorlar, önce düşünüyorlar: “Ne demek istedi? Gizli bir mesaj mı var?” diye. Biz cümleleri derinlikleriyle anlama konusunda eğitildik. Yıllar geçse de bu eğitim kaldı.

Anneniz komünistti, babanız sosyal demokrat. Yani işçi sınıfının birliğinden yana olan bir ailede yetiştiniz. Ailenizle aranızda çatışmalar oluyor muydu?

Yok. Politik bir ailede yetiştim. Nazi döneminde yetiştim ama aile eğitimim nedeniyle Nazilere sempati duymam imkansızdı. Sanata ilgi duyan bir ailem vardı. Babam daha 12 yaşındayken beni Brecht’in eserleriyle tanıştırdı. 12- 13 yaşındaydım Brecht’in Üç Kuruşluk Opera’sının şarkılarını sanki pop müzik dinler gibi dinliyordum. Anneme tapıyordum. Evimize sol düşünceli sanatçılar geliyordu. 13 yaşında sanatçı olmaya karar verdim. Annem ve babam bu kararıma çok sevindiler. Birçok meslektaşımın tersine hep teşvik edildim.

Bir arkadaşınız komünist olduğu için Plötzensee’de idam edildi. Bu konuda bir şeyler söylemek ister misiniz?

Adı Sass Schmidt’ti. Evinde baskı makinesi bulmuşlardı. “Savaşı Engelleyin! Savaşa Karşı Çıkın!” yazılı bildirilerin basıldığı bir baskı makinesi. Tutukladılar, hapse attılar ve ölüme mahkum ettiler. 129 gün ölüm hücresinde kaldı ve sonra idam ettiler.

Sanat yaşamınızda neler yaptınız?

İlk kez 17 yaşımda Dresden’de çalışmaya başladım.. 1951- 1992 yılları arasında Almanya’nın en değerli tiyatrolarında görev yaptım.1962’ye kadar Wofgang Langhoff’un yöneticiliğinde Alman Tiyatrosu’nda, 1962- 1992 yıllarında Brecht ve Helene Weigel’in yönetiminde Berlin Ansamble’de çalıştım.13 yıl boyunca Cesaret Ana’yı canlandırdım.

Tiyatroyu insanların değişimini sağlayacak bir araç olarak mı görüyorsunuz?

Bu, Brecht’in arzusuydu. İlk etapta tarih bilinci oluşturmak istedik. Halkı düşünmeye sevk etmeyi amaçladık. Beraber düşünmeye… Sadece duygulanmaya değil. Düşünce ve duygu at başı giderler. Brecht’in yalnızca düşünüp teori ürettiği, çok soğuk olduğu önyargısı vardır. Halbuki duygu ve düşünce hep at başı gitmiştir. O seyirciyi düşünmeye, soru sormaya yöneltmek istemiştir. Hiçbir zaman cevap vermemiştir. Cevapları seyirciye bırakmıştır. Örneğin Cesaret Ana, oyunun sonunda askerlere ‘neden beni de alın’ demiştir? Bunun cevabı maalesef çok değişik olmuştur. Kadın savaşa ihtiyacı olduğu için, oğullarını alanın savaş olduğunu düşünmediği için böyle davranmıştır.

Hem DAC’de hem de FAC’de tiyatro yaptınız. Önceki ve sonraki tiyatro arasındaki farklılıklar neler?

Şaşıracaksınız ama en büyük fark para. DAC’nde tiyatroların paraları vardı. Devlet ihtiyaçları kadar para verirdi onlara. Brecht, prova süresini uzatmak istediğini söylediğinde altı hafta değil altı ay prova yapmasına olanak verecek maddi destek alırdı. Şimdi burada ise her şey kara dayalı yapılıyor.

1992 yılında 30 yıllık çalışmadan sonra Berlin Ansamble’den kovuldunuz. Bunu öğrendiğinizde kendinizi nasıl hissettiniz?

Bir kere ben tiyatrodan kovulmadım, beni beş kişilik, kendi aralarında bile didişen küstah bir yönetici kadro kovdu. Tabi ki kendimi boşlukta hissettim. Ancak ben her zaman kendime yapacak bir şey bulurum. Örneğin eğer o sırada tiyatro teklifleri almasaydım, yaşlılar yurduna, hastaneye gider yaşlı ve hastalara öyküler okurdum. Öyle kolay teslim olmam.

Bu arada değişik şehirlerde Brecht-Weill konserleri verdiniz. Benim de katıldığım bir konserinizde 20 kişi vardı. Sanki binler varmış gibi söylediniz. Eğer iki kişi gelseydi aynı şeyi yapar mıydınız?

Hayır. O iki kişiyi alır evime götürürdüm. Para vermeden beni dinlerlerdi ve birlikte birkaç kadeh şarap içerdik. Seyirciye saygım var. Sahneye çıktıktan sonra bir kişiymiş bin kişiymiş fark etmez benim için.

Uzun bir aradan sonra Berlin Ansamblesi’nde Brecht şarkıları söylüyorsunuz. Kovulduğunuz yere geri çağrıldınız. Bunu eve dönüş olarak mı zafer olarak mı değerlendiriyorsunuz?

Eve dönüş tabi ki… 30 yıl boyunca olağanüstü seyirciler önünde sanatımı icra ettiğim yere geri döndüm. Ancak döndüğüm yer ansamble değil. Sadece bina. Ansamble ne yazık ki kalmamış…

Düzenleyen: Semra Çelik

Close