Written by 10:00 ÇALIŞMA YAŞAMI

İş yükü ve stresine hayır!

Otobüs ve tramvay sürücüleri iş yükünün azaltılması, daha fazla personel ve daha fazla ücret için mücadele ediyorlar. İki kez greve çıkan makinistler de hem daha fazla ücret hem de çalışma sürelerinin kısaltılması için mücadele ediyorlar. Değişik sendikalar üyeleri arasında yaptıkları anketlerde iş yükünün azaltılması ve çalışma sürelerinin kısaltılması yönünde beklentilerin arttığı görülüyor. Sermaye işçiler arasında giderek yaygınlaşan bu talebi yönlendirmek için değişik çok yönlü çalışıyor.

SERDAR DERVENTLİ

Tren, metro, tramvay veya otobüs beklerken gecikmelerin yaşanması normalleşti. Vasıtaların zamanında gelmemesi değil, zamanında gelmesi yolcuları şaşırtıyor. Günlük olarak toplu taşımaya muhtaç olanlar “ani personel eksikliği nedeniyle” (“plötzliche Ausfall des Personals”) seferlerin iptal edilmesine de alıştılar.

UZUN SÜREDİR PERSONEL SAYISI YETERSİZ

Bu işkollarında örgütlenen sendikalara sorulduğunda tablonun daha farklı görülüyor. Alman Makinistleri Sendikası GDL’e göre ülke genelinde 20 bin civarında makinist eksik. Ve personel eksikliği nedeniyle sürekli tren seferleri iptal ediliyor.

Şehir içi toplu taşımacılık alanında örgütlenen Ver.di yerel kamu işletmelerinde ülke genelinde 80 binden fazla otobüs ve tramvay sürücüsünün eksik olduğunu belirtiyor. Her iki sendika, personel eksikliği nedeniyle çalışanların iş yükü ve stresinin arttığını dolayısıyla hastalananların sayısında da artış olduğunu vurguluyorlar.

GDL, Alman Demiryolları DB AG’de çalışan makinistlerin her yıl 1,37 milyon fazla mesai yapmak zorunda kaldıklarını söylüyor. Geçerli olan sözleşmelere göre makinistler fazla mesailerin karşılığı olarak ek izin alabilirler. Fakat fazla mesailer karşılığında izin almak için yeterli sayıda personelin olması gerekiyor. Bu olmadığı için de fazla mesailer havuzlara aktarılıyor ve makinistler yeni fazla mesailer yapmak zorunda kalıyorlar.

Şehir içi toplu taşımacılık alanında da durum farklı değil – hatta yer yer daha kötü. Özellikle mali durumu iyi olmayan belediyelerde toplu taşımacılığa personel alma yapılacak işlerin en sonunda geliyor!

İŞ YÜKÜ AZALTILMALI – SAĞLIKÇILAR YOLU AÇTI!

İş yükünün azaltılması ve daha fazla personelin işi alınması, vardiya sistemlerinin yenilenmesi, ücretlendirilmenin iyileştirilmesi talebini yıllar önce Berlin Charité hastanesindeki sağlıkçılar gündeme getirmişlerdi. 2016 yılında imzalanan bir toplu sözleşmeyle hasta ve personel sayısı dengelendi.

Ver.di, bugüne kadar başta üniversite hastaneleri olmak üzere çok sayıda hastaneyle toplu iş sözleşmeleri imzaladı. Bunlar arasında Charité’nin yanı sıra Heidelberg, Tübingen, Freiburg, Ulm, Jena, Düsseldorf, Essen, Mainz ve Augsburg’daki üniversite hastaneleri ile Kiel ve Lübeck’teki tesisleriyle Schleswig-Holstein Üniversitesi Tıp Merkezi ve Saarland Üniversitesi Tıp Merkezi bulunmaktadır. Ayrıca özel SRH Klinikum Karlsbad-Langensteinach ve Almanya’nın en büyük özel yerel hastane işletmecisi Vivantes de bulunuyor. En son olarak Berlin Yahudi Hastanesi’nde bu tür bir sözleşme imzalandı.

Ver.di tarafından yapılan açıklamada, “Toplu iş sözleşmelerinin uygulandığı yerlerde, sadece sağlık personeli için değil, çeşitli hastane çalışanları grupları için de çalışma koşulları iyileşti” deniliyor. Hastane yönetimleri toplu sözleşmelerin altını oymak ve yine az personelle aynı işi yapmak için her türlü yol ve yöntemi deniyorlar.

Ver.di, sağlık alanında başarılı bir mücadele vermesini bir yanda sağlık emekçilerini gerçekten işin içine çektiği için diğer yanda hastaları da işin içine katmasıyla ilgiliydi. “Sağlık personelini sayısının ne kadar artarsa bunun hastalar için o kadar iyi olacağını” kamuoyuna yansıtarak toplu pazarlık görüşmelerine giren Ver.di, böylece hastanelerin bütçeleri üzerine karar veren siyasetçilerin üzerinde ciddi baskı yaratmayı başardı.

İŞ YÜKÜ VE STRESİ BÜTÜN ALANLARDA ARTIYOR

Esnek çalışma modelleri, düşük ücretli mini işler, geçinebilmek için ikinci veya üçüncü bir işte çalışmaya muhtaç olma, alınan ücretle geçinemeyip sosyal yardım alma zorunda kalma uzun bir süredir işçi ve emekçilerin çalışma ve yaşam koşullarını belirliyor. Bugün bu şartlar çalışanlar yarın emekli olduklarında da güvencesiz koşullarda yaşamlarını sürdürmek zorunda kalacaklarını da biliyorlar.

Son yıllarda ise giderek keskinleşen ulusal ve uluslararası rekabet eşliğinde “dijitalleşme”, “teknolojik dönüşüm”, “yeşil enerjili üretim” başlıkları altında bütün sektörlerde üretim metotları değişiyor ve bütün çalışanlar üzerinde iş yükü ve stresi artıyor. Bütün fabrikalarda üretim süreçleri hızlanıyor, az insanla daha fazla üretim, hafta içi ve sonu fazla mesailer normalleşiyor.

Hans-Böckler-Vakfı’na (HBS) bağlı Sosyal ve Ekonomik Bilimler Enstitüsü (WSI) tarafından yaklaşık bir yıl önce yapılan bir araştırmada işçilerin yüzde 81’inin çalışma sürelerinin kısaltılmasından yana oldukları ortaya konuldu. Araştırmaya katılanların yüzde 73’ü bunu tam ücret karşılığı talep ederken yüzde 8’lik bölümü ücretlerinden de feragat edebileceklerini belirtmişler. Yüzde 75 iş yükünün azalması için çalışma sürelerinin kısaltılmasını isterken yüzde 31 sağlık nedenlerini ileri sürüyor.

İş yükünün artması, mesleki belirsizlikler işçi ve emekçiler arasında çok değişik fiziksel ve psikolojik rahatsızlıklara neden oluyor. Geçtiğimiz yıl DAK sağlık sigortası tarafından yapılan bir araştırmada özellikle genç yetişkinler arasında psikolojik hastalıklarda çok hızlı bir artış olduğunu belgelemişti.

Konuya ilişkin açıklama yapan DAK Yönetim Kurulu Başkanı Andreas Storm, “Psikolojik hastalıklardaki yeni zirve endişe verici çünkü genç yetişkinler de giderek daha fazla etkileniyor ve işe devamsızlık gündeme geliyor. Pandemi dönemi de dahil olmak üzere stresli dönemler, örneğin depresyona yakalanma risklerini artırmıştır. Genç çalışanlar söz konusu olduğunda, işyerindeki ruh sağlığı sorunlarına daha da fazla dikkat etmemiz gerekiyor” demişti.

SERMAYEDEN “100-80-100” MODELİ

Son yıllarda uluslararası alanda olduğu gibi Almanya’da da “4 günlük çalışma haftası” tartışılıyor, sendikalar üretimin ihtiyaçlarını gözeten farklı modeller geliştiriyor, üniversiteler sermaye örgütleriyle birlikte “pilot projeleri” uygulamaya alıyorlar.

Hatırlatmakta fayda var: Sendikalar çalışma sürelerinin kolektif kısaltılması mücadelesine en son olarak 1984 yılında (IG Metall ve IG DRUPA*) girdiler ve 2003 yılında Doğu Almanya çelik işkolunda girmişlerdi. 1984 yılındaki mücadele çalışma sürelerinin esnekleşmesi ve 35 saatlik iş haftasına kademeli geçişle başlamış ve 1995 yılına kadar sürmüştü. 2003 yılındaki mücadele ise IG Metall sendikasının içinde birlik sağlanamadığı için yenilgiyle sonuçlanmıştı. Diğer işkollarında atılan ilk adımlardan sonra genelde çalışma sürelerinin kolektif kısaltılmasından vazgeçilmiş ve fazla mesailerin ve eksik mesailerin biriktirildiği “zaman havuzları” (“Zeitkonten”) gibi araçlarla bireysel çözümler üretilmeye başlandı.

Bugün de iş yükü ve stresinin arttığı bu dönemde sermaye, bir yandan haftalık çalışma sürelerinin kolektif kısaltılmasını engellemeye çalışırken diğer yandan çalışma sürelerini daha da esnekleştirmenin, üretkenliği artırmanın yol ve yöntemlerini geliştirmeye çalışıyor. Her ne kadar son yıllarda gündeme girmese de asıl olarak “nefes alan fabrika” modeli (fabrikanın yanı sıra atölye, küçük işletmeler vs. eklenmeli) geliştirilmek isteniyor.

Bunun için “4 Day Week Global”** isimli bir “sivil toplum kuruluşu” ile Berlin merkezli işletme danışmanlığı şirketi “Intraprenör”*** birlikte 1 Şubat 24’te altı ay sürecek bir araştırma süreci başlattılar. Münster Üniversitesi’nden Prof. Dr. Julia Backmann ve 12 kişilik ekibi bu sürece “bilimsel eşlik edecekler.”

Prof. Backmann, bir söyleşide araştırma amacını, “dört günlük çalışma haftası ile devam eden duygusal tartışmaların önüne geçmek”, “dört günlük çalışma haftasının dolaylı ve dolaysız etkilerini ortaya çıkarmak, uygulamada verimliliği artırmaya yönelik küçük ve büyük ayarlamaların yapılmasına katkı sunmak” olarak tarif ediyor.

“100-80-100” modelini Intraprenör belirlemiş. Bu “yüzde 100 ücret ile zamanın yüzde 80’inde yüzde 100 verimlilik elde etme” anlamına geliyor. Prof. Backmann ve ekibi “daha kısa sürede aynı verimliliği sağlamanın mümkün olduğu” düşüncesindeler.

Almanya’daki bu araştırmayı önemli kılan ve diğer ülkelerde yapılan araştırmalardan farklı kılan, araştırmaya katılan 50’ye yakın şirketin, kamu daireleri ve sosyal kurumlar bir bütün olarak (oranları ve çalışan sayıları) “ülke ekonomisinin minyatür yansıması” gibi olması.

IG METALL, 32 SAATTEN VAZGEÇTİ

Çelik işkolunda sözleşme dönemi başlamadan önce IG Metall Kuzey Ren Vestfalya Başkanı Knut Giesler, taleplerden birinin dört gün üzerinden 32 saatlik çalışma haftası olacağını ilan etmişti. Özellikle bu işkolunda vardiyalı çalışanlar arasında bitkinliğin arttığını gözlemlediklerini söyleyen sendikacı, “Ayrıca, bu model işverenlerin de lehine olacak. Çünkü birçok araştırma haftada dört gün çalışanların daha verimli olduklarını ortaya koydu” demişti. Yani moda deyimle bir “win-win” (her iki tarafın kazandığı) durumu vardı.

Fakat sermayenin “win-win” diye bir arzusu olmadığı gibi çalışma sürelerinin “kolektif kısaltılmasını” kesinlikle istemiyor. 2018 yılında elektro ve metal işkolunda imzalanan ve bireysel olarak çalışma sürelerinin 8 iş günü kısaltmayı içeren sözleşmeyi geliştirmeyi önerdi.

IG Metall Genel Başkanı Christiane Benner, Düsseldorf’taki “Ekonomi Gazetecileri Derneği” WPV’de yaptığı konuşmada, “Bir sonraki toplu pazarlık turuna haftalık 32 saat talebiyle girmeyi planlamıyoruz” dedi. Sendikanın “odak noktasının bu kez ücretler olacağını” söyleyen Benner, IG Metall tarafından başlatılan ve kısmen sonuçları alınan ankete şöyle atıfta bulundu: “Bunun nedeni enflasyon ve enerji fiyatlarındaki artış.

Bununla birlikte, çalışma saatleri konusu da göz ardı edilmiyor. Ancak biz çalışma süreleri konusunda bireyin egemenliğinden yanayız” diyor. Benner’in demek istediği “işçiler zaman ve para arasında seçim yapabilsinler.”

Benner’in WPV’de konuşması üzerine “Die Welt” gazetesine “Dört günlük hafta uygulamasından ustalıkla kaçınılması” başlıklı bir haber yapan Carsten Dierig, “anlaşılan IG Metall şirketleri dört günlük iş haftası ve bunun sonuçları üzerine yeni bir tartışma ile meşgul etmek istemiyor” diyor ve alay edercesine ekliyor: “Ne de olsa Almanya’nın en büyük sendikasının, Almanya’nın üretim merkezi olarak geleceğiyle ilgili endişeleri giderek artıyor.”

KOLEKTİF ÇÖZÜMLER EN İYİSİ!

Yazının başında ülke genelinde bütün işkollarında iş yükünün ve stresinin arttığına ilişkin değişik örnekler verdik, araştırmalara dikkat çektik. 40 sene önce uğruna mücadele verilen 35 saatlik çalışma haftası neredeyse hiçbir yerde gerçek anlamda uygulanmıyor. Bununla ilgili sözleşme delik deşik edilerek sayısız fabrikada çalışma süreleri esnekleştirilip sınırsızlaştırıldı. Almanya’da hala her yıl bir milyara yakın fazla mesai ücret karşılığı olmadan yapılıyor!

Bütün büyük işkollarında çalışma süreleri konusunda asıl olarak bireysel çözümler uygulamada. Fazla mesailerin biriktirildiği ve aynı zamanda eksik mesailer için borçlanma imkanı verilen “zaman havuzları” ile işçiler üretim ihtiyacına göre evde kalmaya veya haftalarca fazla mesaiye zorlanıyorlar. Birçok büyük otomobil fabrikasında ve yan sanayisinde her yıl 26 Cumartesi çalışma zorunluluğu var. Fakat siparişler gerilediğinde ise aylarca fazla mesaiye kalmaya zorlanan işçiler bu kez evde kalmaya zorlanıyorlar.

AOK, DAK, Barmer gibi birçok sağlık sigortası değişik araştırmalarda, bu çalışma tarzının işçilerin sağlında yarattığı tahribatı ortaya koydular. Özellikle çalışma yaşamına yeni atılan genç emekçilerin çok sık hastalandıkları belgelendi. Buna rağmen IG Metall yönetimi çalışma sürelerini kolektif kısaltılmasını talep etmek yerine esnek çalışmaya ve çalışma sürelerinin sınırsızlaştırılmasına daha fazla zemin sunan “bireysel çözümler” peşinde koşuyor.

Metal işkolu 2024 TİS dönemine ilişkin taleplerin de tartışılmaya başlandığı bu dönem işçilerin çıkarını gözeten bütün sendika temsilcileri ve işyeri işçi temsilcileri her yerde tartışmalara katılmalı ve Benner’in ileri sürdüğü gibi “çalışma süreleri konusunda bireyin egemenliği” diye bir şeyin olmadığını ve imzalanan bu tür sözleşmelerle işçilerin, sermayenin insafına terk edildiğini ortaya koymalılar.


* IG DRUPA: Basım ve Kâğıt işçileri sendikası. İlerleyen yıllarda sendikanın örgütlendiği sektöre yakın sendikalarla birleşerek IG Medien adını aldı. 2001 yılında ise Ver.di sendikasına katıldı.

** Yönetim yeri Malezya’da bulunan “4 Day Week Global” isimli “sivil toplum kuruluşunun” (NGO) internet sayfasında 24 saat erişmenin mümkün olduğu belirtiliyor. Dört günlük çalışma haftası için dünya genelinde çok sayıda araştırma yaptıklarına dikkat çeken NGO, Almanya’daki araştırma hakkında bilgi veriyor.

*** “Intraprenör” ise internet sayfasında, “çalışanları uzun vadeli işletmeye bağlama ve üretkenliklerini artırma” vaadi ile reklam yapan bir danışmanlık firması.

Close