Written by 12:00 HABERLER

Namibya ve Ruanda’da soykırımı tanımak, Mali’de darbe yapmak

YÜCEL ÖZDEMİR

Geçen hafta Berlin-Paris hattında birbirinden bağımsız gibi görünen ama benzeyen ilginç gelişmeler yaşandı. Almanya 100 yıl önce Afrika ülkesi Namibya Soykırımı’nda, Fransa Ruanda Soykırımı’nda sorumluluğunu en üst düzeyde kabul etti.

Almanya, Alman İmparatorluğu (Deutsches Reich) tarafından 1884-1915 yılları arasında işgal edilen ve Alman Güneybatı Afrikası adı verilen bugünkü Namibya’da sömürgeciliğe başkaldıran Herero ve Nama halklarına yönelik soykırım yapıldığını resmen kabul etti. Alman askerlerinin 1904-1908 yılları arasında 65 ila 80 bin arasında Herero ve 10 ila 20 bin arasında Nama’yı katlettiği tahmin ediliyor. Tarihçiler, bu katliamı 20. yüzyılın ilk soykırımı olarak adlandırıyor.

Aradan 100 yıldan fazla bir süre geçtikten sonra Almanya’nın soykırımdaki sorumluluğunu gecikmeli kabul etmesi elbette önemli. Burada asıl sorgulanması gereken tarihi kara lekelelerle dolu Almanya’nın bu soykırımı neden bugüne kadar tanımadığı olmalı. Hiçbir siyasi ve ekonomik çıkar hesabı yapmadan bu adımı çoktan atması gerekiyordu.

Şimdi bu kara lekeyi, bir özür ve “ahlaki-politik sorumluluk gereği” 1.1 milyar avroluk yardımla temizlemeye çalışıyor. Yardımın “tazminat” olmadığının altı çiziliyor.

Soykırıma neden olan emperyalist-yayılmacı politikalar ise hasıraltı ediliyor. Bu nedenle Herero ve Nama halklarının temsilcileri ülke hükümetinin Almanya ile kirli bir pazarlık içinde olduğunu belirterek bu şekilde bir özrü ve yardımı kabul etmiyorlar. Cumhurbaşkanı Steinmeier’in Namibya’ya yapacağı ziyaretle imzalanması planlanan anlaşmanın iptal edilmesini istiyorlar.

Almanya’nın Herero ve Nama Soykırımı’nı resmen tanıdığı gün, Fransa Cumhurbaşkanı Emannuel Macron Ruanda’da 1994’te yapılan soykırımda ülkesinin rolünü kabul ediyordu. Başkent Kigali’deki Soykırım Anıtı önündeki törende şunları söylüyordu: “Fransa’nın Ruanda’da  rolü, tarihi ve siyasi sorumluluğu var.” (Tagesschau, 27.05.2021)

Macron, Fransa’nın soykırım yapan rejim güçlerinin yanında olduğunu söyleyerek suskunluğu böylece bozmuş oldu. Ancak temsil ettiği devlet adına özür dilememeye özen gösterdi. Politik sorumlulukla, filili sorumluluk arasında farkın önemli olduğunu bildiği için buna dikkat etti.

Hal böyle olunca Macron’un “Gerçeklerle yüzleşme çağrısını” bir “Gönül alma hamlesi” olarak değerlendirmek en doğrusu. Hiçbir maddi ve hukuksal sorumluluk içermeyen bu hamlenin gerçek anlamda bir yüzleşme olmadığı açık.

Ruanda’da Fransa’nın desteklediği radikal Hutular, 100 gün içinde 800 bin Tutsi ve tarafsız Hutu’yu barbarca katletmişti. Soykırımın işlendiği dönem Ruanda’da bununan Fransa askerleri duruma seyirci kalarak, “kara kıta”nın tarihine bir kara leke daha bıraktılar. Fransız Tarih Komisyonu dönemin Mitterand Hükümetinin politik açıdan sorumlu olduğunu, zira hükümetin soykırımı (jenosit) engellemek için bir şey yapmadığını tespit etmişti. Ruanda’da yayımlanan “The New Times”, haklarında soykırım nedeniyle dava açılan 47 kişinin halen Fransa’da yaşadığını yazıyor. Macron’un “tarihi gerçeklerle yüzleşme” adına Fransa’nın soykırımdaki sorumluluğunu kabul etmesinin asıl maksadı iki ülke arasındaki ilişkileri normalleştirmek. Taraflar ikili ilişkilerde yeni bir başlangıç yapmak istediklerini söylüyorlar.

Berlin-Paris hattında geçmişte olanlara dair yüzleşme hamleleri yapıldığı günlerde başka bir Afrika ülkesi Mali’de ise her iki ülkenin gözü önünde askeri darbe oldu. Darbeyi yapanlar 8 yıldır Almanya ve Fransa tarafından eğitilen askerler. Pazartesi günü dijital şekilde toplanan Alman-Fransız bakanlar kurulu toplantısından sonra açıklama yapan Başbakan Angela Merkel, darbeye rağmen Mali’de kalmaya devam edeceklerini söyledi ve darbecilere “Kırmızı çizgiyi aşmama” uyarısı yaptı.

“Kırmızı çizgi” olarak darbecilerin İslamcı güçlerle bir araya gelmesi gösterildi. Ne var ki bölgeden gelen haberlere göre, İslami terörle mücadele adı altında Batı tarafından eğiten askerler ülkenin kuzeyinde el Kaidecilerle ortak çalışmadan yana mesaj veriyor.

Süddeutsche Zeitung’un yazdığına göre, işin asıl önemli yanı Mali’de 5 bini Fransız, 600’ü Alman olmak üzere 15 bin yabancı asker bulunuyor olması ve bu Mali ordusundan fazla bir sayı. Bu demektir ki, kaos, terör ve yoksulluğun hüküm sürdüğü bu ülkede her şey Alman ve Fransız askerlerinin gözünün ölünde oluyor. Bu ülkelerin vize vermediği bir darbenin söz konusu olmayacağını söylemek mümkün. Zaten, gösterilen düşük yoğunluklu tepki, çizilen kırmızı çizgiler de buna işaret ediyor. Zira asıl önemli olan ülke üzerinde kontrolü sağlayarak kıtada var olmaya devam etmek.

Gelişmeler, Almanya ve Fransa’nın soykırımlarla yüzleşme politikalarının arkasında yeniden Afrika kıtasında güç olmak istemelerinin bir parçası olduğunu gösteriyor. Ve sömürgeci ülkeler olarak hüküm kurmaya çalıştıkları sürece kıta genelinde soykırımların, katliamların, darbelerin eksik olmayacağı anlaşılıyor.

Bu nedenle Afrika halklarına yapabilecekleri en büyük iyilik, kirli planlarını ve hesaplarını yanlarına alarak kıtayı terk etmeleridir.

Close