Written by 21:00 KADIN

Sağcı kadınlar kadın haklarına karşı

Uluslararası bir eğilim ortaya çıkmakta: Kadınlar çeşitli ülkelerdeki muhafazakâr ve sağ partilerde nüfuz kazanmakta, liderlik ve hükümet görevlerini üstlenmekte. Bunu yaparken de genellikle kadın haklarına karşı pozisyonlar almakta ve ilerici hak arayışlarına sol harekete karşı geçmekteler. Bazen de tam tersine „gerçek“ kadın hakları savunuculuğunu temsil ettiklerini iddia ediyorlar.

Marianthi Anastasiadou, Gunda Werner Enstitüsü’nün bir makalesinde, „sağcı kadınlar kadın hakları savunuculuğunun kendileri için uygun olan ve diğer ideolojik unsurlarla uyumlu olan tarihsel anlarını veya yönlerini seçerler“ diye açıklıyor. Örneğin, sağcı muhafazakâr kadınlar „geçmişte kadın hakları için mücadele edilmiş ve hatta bazı şeyleri başarılmış olabileceğini, ancak bu konudaki toplumsal eleştiri ve taleplerin bugün artık geçerli olmadığını“ iddia etmektedir. Anastasiadou şöyle devam ediyor: „Aşırı sağcı kadınlar tarafından haklara yapılan atıflar genellikle ırkçı niteliktedir ve milliyetçiliği, heteronormativiteyi ve cinsiyet ayrımcılığını teşvik etmektedir“.

FRANSA EN UYGUN ÖRNEK

Fransa’da 2013 yılında yaklaşık bir milyon kişi „Manif pour tous“ (Herkes için gösteri) için toplanmış ve eşcinsel çiftlerin evlilik ve evlat edinme haklarına karşı gösteri yapmıştı. O zamandan bu yana, bazıları kendilerini feminist olarak adlandıran yarım düzineden fazla sağcı kadın grubu ortaya çıktı. Bu gruplar kürtaja, „eşcinsel evliliklere“ ve toplumsal cinsiyet politikalarına karşı çıkmakta ve Avrupa dışı göçe karşı harekete geçmekte.

Örneğin, ulusal parti PNF’nin bir parçası olan „Caryatides“, heteroseksüel ve Hıristiyan bir kadın milliyetçiliğini ve „doğal düzeni“, yani cinsiyetlerin tamamlayıcılığını savunmakta. Kadınlar ailenin temel direğidir. „Caryatides“, işbirlikçi Pétain tarafından propagandası yapılan „değerler“ olan „vatan, aile ve din“ üzerine odaklanmakta.

Aşırı sağcı Marine Le Pen’in (Front National, bugün RN) „Cercle fraternité „si 2016’dan beri ulusal kimlikli beyaz bir feminizmi savunmaktadır: Kadınlar artık sadece ocağın koruyucuları olarak görülmemektedir. Kadınların kendi bedenlerini koruma hakkı talep ediliyor ve kadınlara yönelik şiddetten göçmenler sorumlu tutuluyor.

Kimlikçi „kadınsı eğlenceli feminizm“ ile „Belle et Rebelle“ kadın grubu ve konformist olmayan „Collectif Nemesis“ benzer şekilde tartışıyor. Düşman olan ataerkillik değil, göçmenlerdir. „Antigones“ (2013’ten beri) bir „doğal yasa „ya tabi olarak özgürleşmek istiyor. Kadın bedeni devletin etkisinden çıkarılmalıdır. Bu doğrultuda, aile planlaması ve kürtaj hakları yasal şiddet ve baskı mekanizmaları olarak reddedilmektedir.

MELONİ ve İTALYA’DA DURUM

İtalya’da Giorgia Meloni ülkenin ilk kadın başbakanı seçildi. Meloni 2014 yılından bu yana aşırı sağcı parti Fratelli d’Italia’nın („İtalya’nın Kardeşleri“) liderliğini yapıyordu. Destekçileri için seçim zaferi eşitliğin açık bir kanıtı olarak görülüyor. Meloni kariyeri boyunca bir yabancı olarak statüsünü ve muhalefete karşı elde ettiği başarıları vurguladı. Aynı zamanda partisi, „toplumsal cinsiyet ideolojisine“ karşı çıktığı için kadınları ayrımcılık ve şiddetten korumaya yönelik önerilere karşı oy kullandı.

Meloni’nin kendisi de kadın hakları ve kota düzenlemelerine karşı açıkça konuşmaktadır. İtalya’nın kürtaj yasasını kaldırmayı planlamadığını, ancak kürtaj sayısını azaltmaya yönelik programlar başlatmak istediğini açıkladı. Bunun üzerine binlerce kadın haklarının korunması için İtalya’nın dört bir yanında protesto gösterileri düzenledi.

ALMANYA’DA DA AYNI

Almanya’da da anti-feminist argümanlar son yıllarda daha popüler hale geldi. Leipzig Otoriterlik Araştırması’na göre, 2020 yılında ankete katılanların yüzde 17,9’u „feminizm nedeniyle toplumsal uyum ve düzen bozuluyor“ ifadesine katıldı. Bu oran 2022’de yüzde sekiz daha yüksekti. Araştırma, kriz dönemlerinde muhafazakâr eğilimlerin arttığını açıkça ortaya koyuyor. Geleneklerin ve „doğaya“ geri dönüşün yeniden güvenlik sağlaması beklenir. O halde sözde doğal olan cinsiyet ve toplumsal düzen sorgulanmamalıdır.

Sosyolog Rebekka Blum 2020 yılında femPI (feminist perspektifler ve (aşırı) sağa karşı müdahale) ağını kurdu. Heinrich Böll Vakfı’nın hazırladığı bir dosyada şu sonuca varıyor: „Anti-feminizm, muhafazakâr ve (aşırı) sağcı ideolojilerin merkezi bir bileşenidir.“ diyor. Bu bağlamda, özellikle aşırı sağcı AfD’nin anti-feminist politikalarını ele alıyor.

Sosyal psikolog Rolf Pohl bir röportajında AfD’de kadınların rolü hakkında şunları söylüyor: „Kadınlar, aslında kendi çıkarlarına karşı olan çok muhafazakar, aile-gelenekçi, köktenci pozisyonları da temsil edebilirler. Bu kendini bastırma işine katılabilir ve sonra da ‚bakın ne kadar başarılıyız‘ diyebilirler. Alice Weidel buna bir örnektir. Kadınların bu işte yer alması acı ama kadınların da kesinlikle tüm bu yapısal sistemin bir parçası olduğunu ve bunu sürdürmekle ilgilendiğini gösteriyor.“

Close