26 Mayıs’ta yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimlerinde Almanya Sol Parti’nin liste başı adayı olan Özlem Alev Demirel, seçim kampanyası ve AB üzerine tartışmalar konusunda gazetemizin sorularını yanıtladı. Daha önce Köln Belediyesi meclis üyeliği, Kuzey Ren Vesflayla Eyalet milletvekilliği ve DİDF genel başkanlığı görevlerinde bulunan Demirel iki çocuk annesi.
YÜCEL ÖZDEMİR
26 Mayıs’ta yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimleri için kampanyalar başladı. Şu anda nasıl bir atmosfer var?
Paskalya tatilinden sonra kampanya tam anlamıyla başlayacak. Bütün kentlerde afişler asılmaya başlandı. Atmosfer açısından söyleyecek olursam, Sol Parti olarak Avrupa Birliği içinde başka bir politikayı savunuyoruz. Sermayenin çıkarlarının merkezinde olduğu, serbest pazarın savunulduğu bir AB’yi eleştiriyoruz. Seçimler sürecinde Avrupa çapında tekellerden alınan vergilerin azami artırılarak yeniden düzenlenmesini, çalışanların ücretlerinde ise daha az vergi kesilmesini dile getiriyoruz. Ayrıca tekellerin istediği şekilde ücretlerin düşürülmesinin engellenmesi için AB çapında bütün ülkelerde ortalama gelirin yüzde 60’ına denk gelen bir asgari ücretin hayata geçirilmesini istiyoruz. AB çapında zenginlerle yoksullar arasındaki makas sürekli açılıyor. Her geçen gün daha fazla insan yoksulluk sınırının altına düşüyor. Her beş kişiden biri yaşlılıkta yoksullukla karşı karşıya ya da etkileniyor. Bize göre bu bir skandaldır. Zenginliğin merkezi, dünyanın ikinci büyük ekonomik gücü olan AB’de bu adaletsizlik kabul edilemez.
Söyledikleriniz Sol Parti açısından somut talepler. Birincisi bu talepler ne kadar ilgi görüyor? İkincisi diğer partiler hangi konuları öne çıkarıyorlar?
Birincisi, sıraladığımız talepler çalışanları çok yakından ilgilendiriyor. Çünkü bu kesimlerin maaşlarından otomatikman vergi kesintisi yapılıyor. Ancak milyarlarca Euro kâr eden uluslararası büyük tekeller AB içinde vergi kaçırmaya devam ediyorlar. Çok sayıda insanın bu duruma öfke duyduğunu ve başka bir politika talep ettiğini biliyoruz.
İkinci söylediğiniz konuya geldiğimizde, diğer partiler bunun AB çapında düzenlenecek bir konu olmadığını söylüyorlar. Biz vergi politikasının ülkeler tarafından yapılmasından yanayız. Ancak eğer söz konusu sermayeye sınırsız özgürlük sağlayan büyük bir iç pazar ise, o zaman asgari düzenlemelerin de yapılması gerekiyor. Örneğin aynı yerde çalışan herkese aynı ücretin verilmesi gibi. Ya da tekellerin vergilendirilmesi için asgari müştereklerin sağlanması gibi. Çünkü bu yapılmadığı durumda tekellerde vergi almama konusunda rekabet ortaya çıkıyor.
Şunu söylemeliyim ki; Sol Parti’nin de desteğiyle aynı yerde çalışanlara aynı ücretin verilmesini içeren yönetmenlik (Entsenderichtlinie) Avrupa Parlamentosu tarafından da kabul edildi. Şimdi bu yasanın ulusal hukuka uyarlanması gerekiyor. Böylece Toplu İş Sözleşmesi anlaşmalarına bağlı kalınabilir. Bu da kamu işlerini yapan işverenlerin toplu sözleşme ile belirlenen ücretin altında bir ücret veremeyeceği anlamına geliyor.
Diğer partiler daha çok sağı zayıflatma üzerine bir kampanya yapıyor. Özellikle SPD Avrupa düşüncesinin önemini öne çıkarıyor. Sağın kazanması durumunda AB’nin tehlikede olduğu ifade ediliyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Elbette Sol Parti olarak biz de, Viktor Orban’ın temsil ettiği otoriter sağ çizgiyi sert şekilde eleştiriyoruz ve bu politikayı reddediyoruz. Çünkü bu kesimler temelde enternasyonalizme karşıdır. Sürekli daha fazla Avrupa’dan söz edenler ise gerçekte bu konuda fazla bir şey yapmadı. Hangi politikaların hayata geçirildiğini size iki örnekle aktarayım.
Birincisi: Sığınma ve göç konusunda Avrupa’nın insancıl değerleri temsil ettiği ileri sürülüyor. Ancak, bugüne kadar yapılanlar, Libya’daki savaş baronları ya da Türkiye’de insan haklarını ihlal eden Erdoğan ile yapılan anlaşmalar, temel değerlerin ayaklar altına alınmasından başka bir şey değildir.
İkincisi: SPD sürekli asgari ücreti öne çıkarıyor. Sol Parti’nin yıllardır dile getirdiği bu talebin SPD tarafından da gündeme getirmesi olumlu. Ancak bunun gerçek politikada karşılığı olmalı. AB çapında yıllardır neoliberal doğmaları savunan, Almanya’yı Avrupa’nın en büyük düşük ücretli iş ülkesi haline getiren SPD’nin bunları söylemesi hiç bir şekilde inandırıcı değil. Avrupa çapında güvencesiz çalışmanın artık frenlenmesi gerekiyor. Sürekli daha fazla insanın kısa süreli iş anlaşmalarıyla, kiralık işlerle çalışması kabul edilemez. Bu konuda gerçekten değişiklerin yapılması gerekiyor.
Diğer taraftan AB sürekli militaristleştiriliyor…
Evet. Merkel, Kramp-Karrenbauer ve Macron sürekli “savunma birliği”nden söz ediyorlar. Ancak kastedilen militarist bir birlikten başkası değil.
AP seçimleri öncesinde AB’nin geleceği, özellikle de Brexit dolayısıyla tartışılıyor. Sol Parti AB’nin geleceği konusundaki tartışmalara ne diyor?
Her şeyden önce Brexit üzerine konuştuğumuzda, nedenleri üzerine de konuşmamız gerekiyor. Eğer çalışılan yerde eşit işe eşit ücret olsaydı belki bunlar yaşanmazdı. İngiliz ve göçmen emekçiler karşı karşıya getirildi. Büyük partilerin, özellikle de muhafazakarların vizyonu, – buna SPD, Yeşiller ve FDP’yi de dahil etmemiz gerekiyor- askeri bir birlik üzerine kurulu. Bu nedenle “savunma birliği” diyorlar. CDU Genel Başkanı Kramp-Karrenbauer AB’nin vizyonunu “büyük uçak gemisine” benzetti. Almanya ve başka ülkelerde insanların bu gelecek vizyonuna inanacağını sanmıyorum.
Bir tarafta silahlanma diğer taraftan ise sosyal destek projelerinden kesintiler söz konusu. Bir taraftan savunma adına insansız savaş uçakları, otomatik silah sistemi, Pesco için milyarlar ayrıldı, diğer taraftan 6,5 milyar Euro Avrupa çapında köprü ve otobanların panzerlerin geçişi için stabil hale getirilmesine ayrıldı. Biz sürekli bunun yanlış bir yol olduğunu söylüyoruz. Daha fazla silahlanma, dünya çapında daha fazla güvensizlik anlamına geliyor. Bu parayla uluslararası düzeyde daha fazla demiryolu inşa ederek insanların rahat ve ucuza seyahat etmesi sağlanabilir. Ayrıca daha temiz bir çevre için harcanabilir.
Parlamentoda AB bütçesinden yılda 7 milyar Euro’nun askeri alana ayrılmasına karşı çıkacağız. Bu paranın yarısının dünya genelindeki akut açlıkla mücadele için kullanılmasını öneriyoruz.
Sol Parti içerisinde AB’nin geleceği konusunda bir tartışma sürüyor mu? Hangi yaklaşımlar var?
Elbette Sol Parti içinde de bu konuda bir tartışma var. Ancak kimse sığınmacıların Akdeniz’de boğulmasını, yoksulluğun artmasını, ücretlerin düşürülmesini, AB’nin Yunanistan, Portekiz, İspanya gibi üye ülkelere dayattığı kısıtlama politikalarını desteklemiyor. Sol Parti kendisini enternasyonalist bir parti olarak tanımlıyor. İnsanların AB içinde serbest dolaşmasını olumlu bir gelişme olarak değerlendiriyor. Seçimler sırasında daha çok yapılan yanlışları ve bunlara karşı alternatiflerimizi dile getiriyoruz.
Taleplerimizin yerine gelip gelmeyeceği, değişikliğe yol açıp açmayacağını ise ancak önümüzdeki dönem göreceğiz. Bunu sokak hareketinden de bağımsız olarak görmüyoruz. Belli taleplerin güçlü bir sokak hareketiyle gerçekleştirilebileceğini biliyoruz. Her cuma günü öğrencilerin çevre için yaptığı eylemler, ucuz kiralar için düzenlenen gösteriler bunun örnekleri.
Önümüzdeki dönem Avrupa çapında sokak hareketinin sesini Avrupa Parlamentosuna taşımaya mı adaysınız?
Önemli olan nereye baktığınız. Başbakan Merkel, hükümet ve diğer partilere baktığınızda hepsi var olan politikanın aynen devamından yana. Ben kişisel olarak buna hayır diyorum ve Sol Parti olarak daha fazla ezilen insanların çıkarlarını gündeme taşımalıyız. Sadece Almanya’da değil başka ülkelerde de insanlar ucuz kiralar için sokağa çıktı. İspanya’da evsizliğe karşı büyük bir hareket var. Dünyanın her tarafından değişik mücadeleler sürüyor. ABD tekeli Amazon’da yapılan grev değişik ülkelerde sürüyor. Yine Rayanair’de süren mücadele de ulusal kimliklerin değil ortak çıkarların önde olduğunu gösterdi.
Ben bir parlamentoya girmekle dünyanın değişmeyeceğini biliyorum. Ancak parlamentoda tartışmalar yaparak, orada gerçekten nelerin tartışıldığını görerek, ortak bir mücadelenin güçlendirilmesi gerekiyor.
AP seçimlerine katılımın düşük olduğunu biliyoruz. Özellikle Avrupa ülkelerinde yaşayan Türkiye kökenli göçmenlere seçimlere katılım konusunda nasıl bir mesajınız var?
Evet dediğiniz gibi AP seçimlerine katılım göreceli olarak düşük. Bunun nedenlerinden birisi AB kurumlarındaki demokrasi eksikliğinden kaynaklanıyor. Bunun için parlamentonun yetkilerinin artırılmasını talep ediyoruz. Geçtiğimiz yıllarda parlamentonun yetkileri kısmen artırıldı. Ancak daha fazla yetki için henüz bir inisiyatif yok.
Buna rağmen seçimlere katılımın bu kez artacağını sanıyorum. Bence her şeyden önce sandığa giderek, kendi sorunlarına çözüm getirenlere oy vermek gerekiyor. Genel olarak sosyal hareketin yanında olan partilerin güçlü çıkması sadece seçimle ilgili bir durum değil. Birlikte bazı şeyleri değiştirmeyi daha olanaklı hale getiriyor. Birisini ulusal kimliği, dini ya dilinden dolayı değil, savunduğu talepleri gözönünde bulundurarak seçmemiz gerekiyor. Ayrıca sürekli güç kazanan ırkçıların da bu seçimlerde kaybetmesi önemli olacak. Irkçılara kırmızı kart gösterilmesini ve neoliberal politikaların son bulmasını istiyoruz.