Written by 08:54 KÜLTÜR

Berlinale’de ön sıra politikanın

Berlinale’nin ödül töreninde sinemacıların cesur tavrı, köklü kurumların hükümetlerle bağları nedeniyle çekingen kaldığı yerlerde, sinemacıların ve filmlerin politik dillerinin yüksek sesle konuşabildiklerini gösterdi.

Nil KURAL

74. Berlin Film Festivali, politik tartışmalarla başlamıştı. Politikanın damga vurduğu bir törenle de sonlandı. Büyük Ödül Altın Ayı’yı Mati Diop’un yönettiği, Benin Cumhuriyeti’ne iade edilen tarihi eserleri konu alan belgesel “Dahomey”nin kazanması başta olmak üzere ödül kazanan filmlerin büyük çoğunluğu da politik sinemanın tartışma alanları açma yönünü taşıyan yapımlardı.

10 gün öncesine gidersek, Berlinale yönetimi aşırı sağ parti AfD üyelerini önce açılışa davet ettikten sonra gelen çok sayıda tepkinin ardından daveti geri çektiklerini açıkladı. Hem bu durum hem de Almanya’nın İsrail devletine olan tavizsiz desteğinin etkileri festivale damga vurdu. Festival tarafından yapılan barış çağrılarında özellikle “ateşkes” ve “Filistin” denmemesi ve daha muğlak ve yuvarlak sözcüklerle konuya değinilmesi kapanışta ödül alan sinemacılar tarafından benimsenmedi. Bu sayede daha net ve daha sert çağrılar ödül törenine damga vurdu.

Festivalin Lisandro Alonso, Denis Côté ve Tizza Covi’den oluşan Encounters yarışması jürisi ise En İyi Film Ödülü’nü Fransız Sinemacı Guillaume Cailleau ve ABD’li Belgeselci Ben Russell’ın yönettiği 216 dakika uzunluğundaki belgesel “DIRECT ACTION”a verdi. Fransa’da çevre mücadelesi veren ekolojik komün ZAD’ı (Savunma Bölgesi) gözlemleyen belgesel, hem komün içindeki gündelik işlere hem de grubun kazanımlar da sağlayan mücadelesini konu alıyor ve festivalin büyük takdir toplayan filmleri arasında bulunuyordu. Ben Russell, Filistin ile dayanışma için sahneye taktığı kefiye ile geldi ve ödül töreninin en sert sözcüğünü kullanarak Filistin’de yaşananı “soykırım” olarak nitelendirerek ateşkes çağrısında bulundu.

Lupita Nyong‘o başkanlığındaki Brady Corbet, Ann Hui, Christian Petzold, Albert Serra, Jasmine Trinca ve Oksana Zabuzhko’nun yer aldığı ana jüri, ödüllerde seçimlerini büyük oranda yaratıcı sinema dilinden yana kullandı. Örneğin ölmüş bir hipopotamı anlatıcı olarak seçen Nelson Carlos De Los Santos Arias’ın yönettiği “Pepe”, anlatı sinemasının kalıplarının dışında bulunsa da jüri filmin yaratıcı tercihlerini En İyi Yönetmen Ödülü ile takdir etti. Dominik Cumhuriyetli Yönetmen Arias, ödül konuşmasında “Pepe”nin hazırlıkları sırasında Kolombiya ve yakın coğrafyasının ölümün kol gezdiği topraklarında mekan aradığını ve filmin ölü bir hipopotamın bakış açısından bir hayaleti takip edip ölümün varlığını hatırlattığını söyledi. Yönetmen konuşmasında bu ölümle kaplı atmosfere karşı yaratıcılığa yer açmayı ve insan odaklı düşünceyi terk etmeyi önerdi.

Ana jüri, Jüri Özel Ödülü’nü Fransız Usta Sinemacı Bruno Dumont’un yönettiği “L’ Empire”a sundu. Dumont, telefonundan metni sese çeviren bir uygulamayla yapay zekanın okuduğu sinema üzerine sorgulayıcı konuşmasıyla törene sinema teknolojisi üzerine tartışma ve biraz da mizah ve absürtlük kattı.

Ekonomik anlatımıyla kendisine sıkı sıkıya bağlı bir izleyici kitlesi oluşturan Güney Koreli Sinemacı Hong Sang-soo ise “Yeohaengjaui pilyo” (A Traveler‘s Needs) ile Jüri Büyük Ödülü’nü kazandı. Ödüle şaşıran sinemacı, “Filmde ne buldunuz, gerçekten merak ediyorum. Bence bu ödül biraz fazla kaçtı” diyerek, tevazu dolu bir konuşma yaptı.

Altın Ayı Ödülü ise festival takipçilerinin tahmin ettiği üzere Mati Diop’un yönettiği belgesel “Dahomey”e verildi. Fransa tarafından el konulan Dahomey Krallığı’na ait 7 bin tarihi eserden 26’sının Benin Cumhuriyeti’ne iade edilmesini 26 numaralı heykelin dilinden anlatan bu yaratıcı belgesel, sömürgecilik tarihi üzerine geniş bir tartışma alanı açtı. Bunu yaparken hem Benin’deki tartışmalara yer verip hem de yaratıcı bir dil yaratması Diop’a Altın Ayı kazandırdı. Diop’un ödülü son yıllarda hem kadın sinemacıların hem de belgesel türünün festivallerdeki yükselişinin yeni bir işareti de oldu.

Diop, ödülü alırken yaptığı konuşmada, filmin konu aldığı “Sahibine iade etme” hakkında düşünürken “Önce bir ses, bir frekans, depreme benzeyen bir ses duydum. Bir duvarın yıkılış sesiydi. Bu, inkar ve sessizliğin duvarı. Bu duvarı her birimiz tek tek ve birlikte yıkmalıyız” dedi ve ödülünü hem Filistin’e hem de geçmişin hatalarını duyurmak için uğraşan insanlara adadı.

Bu yılki Berlinale’nin etrafında dönen politik tartışmaların karşısında ödül töreninde sinemacıların cesur tavrı, köklü kurumların hükümetlerle bağları nedeniyle hantal veya çekingen kaldığı yerlerde sinemacıların ve filmlerin politik dillerinin yüksek sesle konuşabildiklerini gösterdi.

‘FARUK’A FIPRESCI ÖDÜLÜ

Panorama bölümünde yer alan Aslı Özge’nin yönettiği “Faruk”, festivalin FIPRESCI (Uluslararası Film Eleştirmenleri Federasyonu) jürisinin Panorama’da ödüllendirdiği film oldu. Özge’nin babası Faruk Özge’nin yaşadığı kentsel dönüşüm sürecini belgesel ve kurmaca arasında bir yapıyla filmleştirdiği “Faruk”un ödül gerekçesi jüri tarafından şu şekilde açıklandı: “Son derece derinlikli bir film olan Faruk, bir baba ve kızının evlerine ve ilişkilerine dair zamanla değişen bakış açılarını özgün ve incelikle tasvir ederek ve yaşlanma sürecinde hâlâ ayakta kalan canlılık ve sevinçleri somutlaştırarak klişelere meydan okuyor. Yaşlanma ve soylulaştırma gibi küresel temaları kişisel bir hikaye aracılığıyla derinlemesine ve otantik bir şekilde işleyerek, sanatsal mükemmeliyet ve toplumsal içgörü elde etmeyi başarıyor. Bu etkileyici ve güçlü filmiyle övgüyü hak ediyor.”

HAKLI SAVAŞ YOKTUR’

En İyi İlk Film jürisinde Andréa Picard ve Katrin Pors ile birlikte yer alan, ödülü ise Phạm Ngọc Lâ’nın yönettiği “Cu Li Không Bao Giờ Khóc”a (Cu Li Never Cries) sunan ABD’li Sinemacı Eliza Hittman, Yahudi bir sinemacı olarak söz aldığını söyledi. Büyükbabasının kendisine savaş karşıtı bir tavrı miras bıraktığını açıklayan Hittman, haklı savaşa inananların kendilerini grotesk bir kandırma tavrı içinde bulmasının kaçınılmazlığını vurguladı.

‘İSRAİL’E SİLAH SEVKİYATINI HEMEN DURDURUN’

Abbas Fahdel, Thomas Heise ve Véréna Paravel’nin değerlendirmesi sonucu En İyi Belgesel Ödülü’nü Batı Şeria’da toprakları İsrail tarafından şiddet yoluyla işgal edilen Filistinlileri konu alan “No Other Land” kazandı. Basel Adra, Hamdan Ballal, Yuval Abraham ve Rachel Szor’un yönettiği film, konusunu burada nesillerden beri mücadele veren bir aileden gelen Filistinli aktivist Basel Adra ve ihlalleri haberleştiren İsrailli Gazeteci Yuval Abraham’ın arkadaşlık ve ortak politik mücadelesi üzerinden işliyor. En İyi Belgesel Ödülü’nü alırken Basel Adra, on binlerce Filistin’li ölürken ödülü kutlayamayacağını söyledi ve Almanya’ya “İsrail’e silah sevkiyatını hemen durdurun” diye çağrıda bulundu. Abraham ise konuşmasında belgeselde de vurgulanan eşitsizliğe vurgu yaptı: “Şu an ödülü Basel ile iki eşit insan gibi birlikte alıyoruz. Ancak geri döndüğümüzde ben özgür yaşarken o işgal altında yaşayacak. Ben oy kullanırken o oy kullanamayacak. Apartheid rejiminin şartlarına döneceğiz. Bu eşitsizlik hemen sonlanmalı.”

Close