Written by 12:49 ANALİZ / ANALYSEN

Dijitalleşme sürecinde bizi neler bekliyor (2)

SERDAR DERVENTLİ

Yazımızın ilk bölümünü, “Teknolojik gelişmeler, piyasaya ayak uydurmak için atılması zorunlu görülen adımlar, üretimin yeniden planlanması tüm bunlar bugünkü kapitalist rekabet dengelerini alt üst etmeye adaydır. Dijitalleştirmenin rekabeti keskinleştireceği, pazarın yeniden ve daha köklü paylaşımının habercisi olduğu söylenebilir” satırlarıyla bitirmiş ve dijitalleşmenin işçi ve emekçiler açısından neler getireceğini yazının ikinci bölümünde ele alacağımız notunu düşmüştük.

Son birkaç hafta içinde tekeller ve Alman İşverenleri Birliği “dijitalleşme konseyi” başlığı altında yeni planlarını ilan ettiler. Bu nedenle biz de konuyu ele alırken son dört-beş yıldır yayınlananların yanı sıra sermaye ve hükümetinin son açıklamalarını da gözeterek değerlendirmemizi güncel gelişmelerle desteklemeye çalıştık. Bunun sendika ve işyeri temsilcisi olan okurlarımızın da işini kolaylaştırmasını umuyoruz. Örneklerde otomobil sanayisine ağırlık vermemiz, bu sanayinin kilit sanayi olması ve son yıllarda birçok yeni teknolojinin bu sanayi dalı üzerinde yaygınlaşmasıdır.

ALMAN TEKELLERİ POZİSYONLARINI YENİLİYOR

Dünyanın en büyük otomobil tekeli Volkswagen (VW), önümüzdeki beş yıl içinde Amazon ve Siemens ile birlikte tüm tekeli ve tedarikçilerini kapsayan bir “Endüstriyel Bulut” (“Industrial Cloud”) kuracaklarını ilan etti. 2019 yılının sonuna doğru ilk sonuçları alacaklarını söyleyen VW’ye ait tüm markaların üretiminden sorumlu olan ve aynı zamanda Porsche’nin de CEO’su Oliver Blume, “gelecek yıllarda ise adım adım tüm tedarikçileri bu ağın içine alacağız” dedi. Tekelin planları ne kadar kapsamlı olduğu şu rakamlara bakıldığında ortaya çıkıyor: VW tekelinin 32 ülkede 122 fabrikası (tekel bünyesindeki 12 markanın tüm fabrikalarını kapsıyor) bulunuyor ve bunlar toplam 1500 tedarikçi firmayla çalışıyorlar. Bu tedarikçi firmalar ise VW markaları için toplam 30 bin fabrikada üretim yapıyorlar.

Kurulacak olan “Endüstriyel Bulut”, 122 VW üretim tesisini tedarikçi firmaların 30 bin üretim tesisi ile dijital olarak birleştirecek. Tedarikçi firma denince akla sadece otomobil yan sanayisi gelmemeli elbette. Bunların arasında makine üreticileri, enerji ve envai çeşit hammadde sevkiyatı yapan ve üretilen malları taşıyan şirketlerde bulunuyor. VW Şefi Herbert Dies, kurulacak olan bu ‘dijital ağ’ ile Çin dışındaki fabrikalardaki verimliliği yüzde 30(!) artıracaklarını söyledi.

VW tekeli şubat sonunda Microsoft ile otomobillerde “bulut bağlantısı”nı yaygınlaştırmak için stratejik iş birliğini güçlendirme kararı aldığını açıklamıştı. VW birkaç yıldır Microsoft ile bu alanda ortak çalışıyordu.

VW tekelinin bu açıklamalarından birkaç gün sonra da Alman otomobil devlerinden BMW, Microsoft ile benzeri bir anlaşma yaptığını ilan etti. Şirketlerin, Hannover Endüstri Teknolojileri Fuarı’nda yaptıkları açıklamaya göre, söz konusu iş birliğiyle oluşturulacak “Açık Üretim Platformu” (OMS) ile akıllı fabrika çözümleri desteklenecek. BMW’nin halihazırda 3 bin makinesi, robotu ve özerk taşıma sistemleri, Microsoft Azure tarafından kurulan “IIoT” (“Endüstriyel Nesnelerin İnterneti” = “Industrial Internet of Things”) platformuna bağlı bulunuyor. BMW’de VW gibi adım adım tedarikçilerini de OMS üzerinden bir bulut altında birleştirmeyi hedefliyor.

Microsoft Bulut ve Girişimcilik Başkan Yardımcısı Scott Guthrie, “Açık bir topluluk oluşturma taahhüdümüz, tüm değer artırma zincirinde (“Wertschöpfungskette”) iş birliği için yeni fırsatlar oluşturacaktır” dedi.

Otomobil sanayisinden verdiğimiz örnekler diğer sanayi dallarında olduğu gibi hizmet işkolunda da yaşanıyor. Bir tarafta dijital ağlar kurularak en verimli sonuç alınmaya çalışılırken diğer yanda ürünlerin kendileri de gözden geçiriliyor.

HÜKÜMETİN KURGULADIĞI DİJİTAL ALMANYA

Federal Hükümet bir süre önce dokuz uzmandan oluşan bir “Dijital Konsey” kurdu. Konsey, bir yanda hükümete uzman olarak önerilerde bulunacak ama aynı zamanda hükümetin icraatlarını eleştirel tarzda takip edecek, gerektiğinde kamuoyunda eleştirecek. Dijital Konsey, yılda en az iki kez değişik bakanlarla toplanacak, o güne kadar atılan ve ileride atılması gereken adımlar üzerine görüş alışverişinde bulunacak.

Bugün konseyde yer alan ve arka planda kalan bir dizi uzmanın katkısıyla Nisan 2015’de değişik soruların ortaya konulduğu ve yanıtları için işaretlerin de verildiği “Grünbuch-Arbeiten 4.0” ve iki yıl sonra, Mart 2017’de sorulara yanıtların verildiği gibi “dijitalleşme ve Sanayi 4.0 konusunda sosyal diyaloğun” nasıl gerçekleşebileceği gibi konuların işlendiği “Weissbuch-Arbeiten 4.0” iki kitap yayınladı (aşağıda yapacağımız alıntılar için bkz.: www.arbeitenviernull.de).

Her iki kitapta hükümet, sendikaların üzerinden işçi ve emekçileri “dijitalleşme” sürecine aktif katılmaya davet ediyor. Ama bu daveti yaparken işçi ve emekçilere çok “enteresan” bir Almanya, bir toplum tablosu çiziyor. Buna göre Almanya’da “çıkarları birbirine zıt olan emek ve sermaye yok.” Aksine her sorunu birlikte çözen, birlikte üreten vb. bir topluluk var. Bazı konulardaki anlaşmazlıklar ise “sosyal partnerler” tarafından her iki tarafın lehine(!) çözülüyor ve herkesin kazanması sağlanıyor!

Bir de “ötekiler” (asıl olarak Çin ve ABD), dijital alanda daha hızlı gelişenler var. Acele etmezsek ne olduğunu bile anlamadan “bizi” teknolojik alanda (ezip) geçecekler ve “biz” onlara teknolojik olarak muhtaç kalacağız.

Bugün sahip olunan (sosyal ve çalışma yasaları ve TİS’leri kapsamında) tüm kazanımların Almanya’daki sosyal diyaloğu güçlendirdiği ve bugünkü pozisyonunda büyük payı olduğu belirtilirken, bu kazanımların gelecekte de yürürlükte kalmasının birçok faktöre bağlı olduğu belirtiliyor. “Nesnelerin interneti, dijitalleşme, yeni teknolojiler ve ürünler tüm bunlar sadece ekonomiyi değil tüm yaşamımızı etkiliyor” denilen kitaplarda değişen dünyada herkesin değişime açık olması, kafalardaki engelleri çözmesi (“Blockade in den Köpfen lösen”), geride kalmamak için sürekli öğrenmesi, kendini pratik yaşamda sınaması ve yeniden öğrenmesi ve açıklarını kapamak için birtakım fedakarlıklara katlanması nasihati veriliyor.

Sadece işçi ve emekçiler değil aynı zamanda işverenler ve yasal çerçeveyi hazırlayacak olan hükümette yukarıda sayılanları yapmak zorunda olduğu’ da belirtilerek ‘hepimiz aynı yolun ve geminin yolcusuyuz, herkes elini taşın altına koyacak’ duygusu yaratılıyor.

Dönemin Federal Çalışma Bakanı ve bugünün SPD Başkanı Andrea Nahles’in (öncülüğünde hazırlanan kitaplarda ‘nacizane’ önerilerde bulunuluyor. Örneğin çalışma sürelerini düzenleyen yasanın bir süreliğine rafa kaldırılması gibi. Nahles, “Bakalım sonuç ne olacak” diye soruyor ve ekliyor: “TİS taraflarını özgürleştirdiğimizde belki iyi sonuçlar elde edebiliriz.” Sonuçlar işçiler açısından iyi olmasa da (hükümet için) sorun değil, bir dizi değişimin zorunluluk olduğunu önceden öğrenmiştik: “ötekiler bizi alt etmek için zaten açığımızı bekliyorlar.”

SERMAYENİN DİJİTAL DÜNYASI

Federal Hükümet “dijital Almanya’nın” tasarımını sunarken Alman İşverenleri Birliği (BDA), hâkim olmayı hayal ettiği “dijital dünyasının” tasarımıyla uğraşıyor. Yukarıda adı geçen kitaplar yayınlandığında BDA her ikisini de “yetersiz” olarak eleştirmişti. Grünbuch’u, “asıl ağırlığı çalışanların perspektifinden ne olacak sorularına veriyor” diye eleştiren BDA, Weissbuch’u ise “kısmen geriye dönük (“rückwärtsgewandte”) çözüm adımları içeriyor” diye eleştirirken, “Dijitalleşme, yeni bürokrasi, regülasyon ve sınırlamalar değil yasal olarak geri durmayı gerektirir” görüşünü savunuyor ve taleplerini sıralıyor. (bkz.: www.arbeitgeber.de)

BDA, geçtiğimiz haftalarda 20 kişiden oluşan bir “Dijital Konsey” kurdu. Hükümete fikir önerileri, işletmelere ise “somut eylem tavsiyesi” vermesi planlanan konseyin eş başkanları olarak iki kadın menajer görevlendirildi; Orta ölçekli metal işletmesi “Warema” varisi ve şefi Angelique Renkhoff-Mücke ve Siemens İnsan Kaynakları Şefi Janina Kugel. Bu arada “eş başkanlık” meselesi “demokrasi” gereği olmayıp sermayenin farklı fraksiyonlarının (tekeller ve orta ölçekli firmalar) çıkarlarının temsil edilmesiyle alakalı olduğu da kuvvetle muhtemeldir.

8 Nisan günü ‘dijital konsey başkanları’ olarak göreve başlayan menajerler, birkaç gün önceden sermayenin “merkezi yayın organı” Handelsblatt sayfalarında (4.4.2019) taleplerini sıraladılar. Mücke ve Kugel önümüzdeki süreçte, şimdiye kadar alışa gelinen birçok şeyin değişeceğini ve herkesin kendini buna hazırlaması gerektiğini söylüyorlar. Hükümetin zaman kaybetmeden yasal çerçeveyi hazırlamasını talep eden menajerler, öncelikli olarak koalisyon anlaşmasında yer alan mesleki ilerletme eğitimi konusunun çözümünü istiyorlar. Bu konuda çalışma bakanlığı ve eğitim bakanlığı tarafından ortak bir yasa taslağı hazırlanacak. Çalışma bakanlığı ayrıca, mesleki ilerletme eğitimi için yapılacak değişik harcamaların işsizlik sigortası kapsamına alınması için özel bir yasa hazırlıyor. Uzun bir süredir meslek eğitim yerlerini yok eden ve aynı anda “kalifiye elaman açığımız” var diye yakınan sermaye, böylece kalifiye elaman ihtiyacının maliyetini toplumsallaştırmış olacak.

İşçilerin kendilerini sınamalarını, eğitim açıklarını kapamak için her şeyi yapmalarını isteyen menajerler, herkesin başarılı olamayacağını belirtiyorlar ve bu kesimin daha düşük kalifiye gerektiren ve düşük ücretli işlerde çalışmayı kabullen etmeleri için de yasal ve TİS engellerinin kaldırılmasını istiyorlar.

Devletin yapması istenen önemli diğer konu ise çalışma sürelerini düzenleyen yasanın değiştirilmesi. Çünkü sermayenin dijitalleşme olanaklarını kullanması için çalışma süreleri olabildiğince esnekleşmeli. “Bir yönetici hiçbir çalışanından 24 saat maillere yanıt vermesini beklememeli” diyen Kugel, “ama gerçek şu ki halen inanılmaz çok kişinin de düzenli çalışma süreleri var ve birçok kişi esnek çalışma olanaklarını severek değerlendiriyor.”

Yasadaki iki vardiya arası 11 saatlik dinlenme hakkının çok katı olduğunu söyleyen Mücke, “Hükümet, TİS’lere bağlı işletmelerde çalışma süresini düzenleyen yasada bir süreliğine açmak istiyor. Ama ben bunun için sendika ve işyeri temsilciliğinle masaya oturmak zorunda olursam o zaman hiç yapmam daha iyi” diyor. Kısacası, “biz istediğimizi yapabilmeliyiz” diyor Mücke!

İster çalışma sürelerinin esnekleştirilmesi ister mesleki ilerletme eğitimi konusu olsun, dijitalleşmenin nimetlerinden faydalanmak için öncelikle işçilerin bu konuda “ikna” olmaları gerektiğini Mücke ve Kugel çok iyi biliyorlar. Bunun içinde her şeyden önce işçi ve emekçilerden “kafalarının açık olmasını” istiyorlar. İşçiler kafalarını, iş güvencesi, sağlıklı ve düzenli çalışma koşulları vb. gibi konulara yormak yerine gerçekleri görmek için yormalılar.

Bu kadar çabadan sonra hala ikna olmayanlara Siemens menajeri Kugel aba altından sopayı gösteriyor; “Biz tabi ki çalışanlarımıza yasaları çiğneyin diyemeyiz ve demeyeceğiz de. Uluslararası bir şirket olarak dünyanın her tarafında yüksek kalifiyeli elamanlardan faydalanıyoruz. Yazılım ve robotik geliştirmesi örneğin kısmen Hindistan veya Çin’de gerçekleşiyor. Hintlileri veya Çinlilerin, Alman veya Amerikalılardan daha düşük kalifiyeli olduklarını varsaymak büyük hata olur. Dönem tamamen değişti, çoğu kez kalifiye farkı bile yok. Eğer katı yasa çerçeveleri bizi burada frenlerse o zaman bizde başka yere yatırım yaparız.”

YOK BİRBİRİNDEN FARKLARI

Hükümetin ve sermayenin “akıllı tasarımlarına” bakıldığında gerçekte birbirinden farkları olmadığı görülüyor. Hükümet, işçileri direk karşısına almadan “birlikte bu işin üstesinden gelebiliriz” dese de yasaları rafa kaldırılmasını önermesi gerçek niyetini, sermayeden yana tutumunu ortaya koyuyor.

Handelsblatt gazetesinde yayınlanan söyleşide Mücke ve Kugel isimli menajerler, hükümete “bir işi yapacaksan doğru dürüst yap, yoksa çeker gideriz” derken sadece politikacılara değil aynı zamanda işçilere ve sendikalara da “rahat durmaları” için mesaj gönderiyorlar.

SORUN TEKNOLOJİNİN GELİŞMESİ Mİ?

Sermayenin ve hükümetinin planlarına bakıldığında teknolojik gelişmenin işçi ve emekçilerin lehine olmayacağı görülüyor; Daha fazla esnek çalışma, “mesleki ilerle eğitimi” adı altında sürekli daha yüksek performans sağlamaya zorlanma ve performans sağlanmadığında ise daha düşük ve güvencesiz işlerde çalışmaya boyun eğme… Yeni teknolojilerin (dijital ağlar, daha fazla robotlar, yeni ürünler vb.) devreye girmesiyle daha az işçiyle daha fazla üretim mümkün olacak. VW tekelinin verimliliği yüzde 30 artırma hedefi bunun ne anlama geldiğini gösteriyor.

İş bununla bitmiyor. Sermaye ve hükümeti, emekçi kitleleri ve sendikaları bu süreçte ideolojik olarak kazanmak istiyor. Yapılan yayınlara bakıldığında Alman sermayesinin çıkarlarının işçi ve emekçilerinin çıkarlarıyla örtüştüğü ve ortak düşmanın ötekiler (ABD ve Çin) olduğu söyleniyor. Bu saldırıyı da küçümsememiz gerekiyor.

Emekçileri bekleyen olumsuz gelişmelerin nedeni teknolojik gelişmenin kendisi değil, ona sahip olan sermaye olduğu açık. Örneğin üretkenliğin yüzde 30 artan VW gibi bir işletmede çalışma süreleri de yüzde 30 aşağı çekilebilir. Haftada 35 saat yerine 24,5 saat çalışılır. Teknolojiye ilerlemeye karşı çıkmak değil onun üzerinde kimin söz sahibi olacağı konusu gündeme getirmeliyiz.

Ne VW ne de diğer sermaye güçleri kendiliğinden buna onay vermeyecekleri de ortada. Dolayısıyla teknolojik gelişmelerden faydalanmak için işçi ve emekçilerin kendilerinin harekete geçmeleri ve süreçte aktif rol üstlenmeleri yani mücadele etmeleri gerekmektedir.

Bu mücadele sadece sermaye ve hükümetine karşı değil aynı zamanda “sosyal diyalog” yanlısı ve “üretim merkezi Almanya’yı” koruma sevdalısı sendika bürokrasisine karşı da sürdürülmeli.

Close