Ali Çarman
Almanya’da ‘yabancı-misafir-göçmen’ işgücünün varlığı uzun yıllar öncesine dayanıyor. Birinci Dünya Savaşı öncesi Polonya’dan getirilen işçiler en ağır işlerde çalışıp en kötü koşullarda hayat sürdürdüler.
İkinci Dünya Savaşı sonrası onlarca şehri adeta viraneye dönen Almanya hızla yeniden ayakları üzerine dikilmek ve yeniden pastadan pay sahibi olmak istiyordu. Bunun için de genç, dinamik ve söyleneni yapacak işgücüne ihtiyaç duydu.
20 Aralık 1955’de İtalya, daha sonraki yıllarda sırasıyla; 1960 İspanya ve Yunanistan, 1961 Türkiye, 1964 Portekiz, 1965 Tunus ve Fas, 1968’te de eski Yugoslavya ile yapılan işgücü anlaşmalarıyla kadın/erkek işçiler Almanya’ya getirildi.
Bir bütün olarak göçmen işçilerin, özellikle Türkiyeli işçilerin Almanya serüvenleri incelendiğinde geçmiş yıllardan günümüze büyük deney ve birikimlerin oluştuğunu görürüz.
Farklı uluslardan işçiler törenlerle getirildikleri bu yeni ülkenin işçileri ve kültürüyle her bakımdan, her konuda etkileşimde bulundukları bir başka gerçeklik.
Konuşma olanağı bulduğumuz birinci kuşak işçiler, hak alma mücadelesi sürecinde işçiler arasında etkilenme ve kenetlenmenin daha çok yaşandığını söylemekteler.
İşgücüne ihtiyacın yeniden duyulduğu bugünlerde Almanya’ya gelişinin 50. yılında Dersimli Ali Rıza Aslan’ın evine misafir olup sohbete koyulduk.
ALMANYA’YA UZANAN YOLCULUK
Babam Hüseyin Aslan, 1968’de kendi olanaklarıyla turist olarak önce Fransa’ya gelir. Orada bir süre kalır. Sonra yeniden arayış içine girer. Arkadaşlarıyla konuşarak Stuttgart’ta gelmeye karar verir. Bir yıl kadar inşaatlarda çalışıp daha düzenli bir iş arar. Ve Dersimlilerin yoğun olarak bulunduğu Streicher firmasında işe başlar. Ali Rıza Aslan devamını şöyle anlatıyor:
“Babam düzenli bir iş ve yeteri kadar bir ev bulunca hepimizi işçi çocuğu olarak istek yaparak yanına getirdi. Ben, 1972 Ekim’inde Stuttgart’a geldim. Bu yıl Almanya’ya gelişimin 50. yılı, yarım asırlık bir zaman için anlatılacak epey şey var. İlk yıllar geri gönderilme tehlikesi benim durumumda olan gençleri tedirgin ediyordu. İşyeri değiştirme dahi tehlikeli olabiliyordu.
Böylesi bir ortamda, 1973’te MAHLE firmasında ön görüşme ile işe alındım. Hemen sendikaya üye olup düzenlenen eğitim toplantılarının daimi katılımcısı oldum.
Babam, annemin bütün işlemlerini hazırlayıp davetiyesini gönderdi. Bizler heyecanla annemizi beklerken babamız hastalığa yenik düştü (Ocak 1974). Ne yapacağımızı şaşırdık!Hayat bize büyük bir acı yaşattı.
Babamızın vefatından sonra ne yaptık ne ettiysek annemizi getirmeye ikna edemedik. “Ben, Dersim hadisesinde 13 yaşında henüz çocuk denebilecek bir yaşta Samsun’a sürgün edildim. Şimdi bir daha bilmediğim bir yere gitmek, benzer sıkıntıları yaşamak istemiyorum” dedi. Dersim’in Kayıp Kızları belgeselinde annemin hayatından da bir kesite yer verildi.
ÖRGÜTLÜ OLARAK KAVGADA SAF TUTMAK
“Düzenli bir işe sahip olur olmaz hemen eşitdaşım hanımımı yanıma getirdim, kadın sorunu aslında en hızla çözülebilecek bir sorun.” diyen Aslan sözlerini “50 yıldır evliyiz, 50 yıldır Almanya’dayım bundan güzel ne olabilir ki!” diye sürdürüyor.
Sohbetimiz devam ederken kapı zili çaldı. Komşuları ‚hayırlara vesile olur‘ diye lokma getirdi bizlere. Bizim inancımızda dil, din ve ırk ayrımı yoktur vurgusunun altını çizen Ali Rıza Aslan ile sohbetimiz kimi zaman masaya serdiği belge, fotoğraf, pasaport ve sendika bültenlerini inceleyerek devam etti.
“Bir işçi olarak demokratik kitle örgütlerinde aktif olmak istiyordum. O yıllar, derneklerin ortamı biraz daha sıcak ve canlı idi. Sonu gelmeyen politik tartışmalardan az şeyler öğrenmedik.
Okuyan, soran, soruşturan bir işçi olarak sendikamız IG Metall’in çalışmalarında aktif görev aldım. Yabancı işçilerin sorunlarını bütün yanlarıyla tartışmak ve çözüm yolları bulmak için ilk kez 8-9 Mayıs 1986’da Frankfurt şehrinde düzenlenen ‘Yabancılar Konferansı’na Ludwigsburg delegesi olarak katıldım.
Misafirlerle birlikte 700 kişinin katıldığı Yabancı İşçiler Konferansı sendikanın tarihinde bir ilkti. Almanya’nın dört bir yanından farklı uluslardan temsilciler iki gün boyunca sorunlarını tartıştılar.
Seçme hakkı, enternasyonal dayanışma, sığınma hakkı, yabancı düşmanlığı, işçi çocuklarının sorun ve talepleri, işyerlerindeki durumlar ve daha bir çok sorun konusunda önergeler verilip kararlar alındı. Sendikamız dağıtmış olduğu dosyanın içine dört dilden yazılar da eklemişti. Türkçe olan bölümde 16 HAZİRAN başlıklı bir şiir vardı.
BİRLİKTE MÜCADELE
Ali Rıza Aslan: 1992 yılında itibaren, Alevi örgütlenmesinde de sorumluluk almaya başlar. ‘1995’te 32 üye ile Ludwigsburg AKM’nin (Alevi Kültür Merkezi) resmi kuruluşunu gerçekleştirdik. Bugün 400 üyesi var sanırım. Üç dönem başkanlığını yaptım ve AABF yönetim kurulu üyeliği, bölge başkanlığına kadar görevleri üstlendim.
Şimdilerde emekli olmuş bir işçi olarak Ludwigsburg Alevi Kültür Merkezi üyeliğim devam ediyor. Görevi yeni gelenlere, gençlere devrettim. Alevi olarak, Kürt olarak, insan olarak burada farklı bir hayata adım attım. Kendimiz ve çocuklarımız için çok güzel şeyler yaptık. Tabii ki, zorluklar yaşadık, haksızlıklarla karşılaştık ama bu ülkeden ve insanlarından çok şeyler öğrendik.”
Pülümür dağlarından Almanya/Stuttgart’a uzanan dolu dolu geçen bir hayat. Ali Rıza Aslan, “çocuklarımın birisi Dersim, ikisi Almanya’da doğdu. İki kişiden oniki kişilik çekirdek bir aile olduk. Artık herkes kendisini buralı saymakta. Ben ise, hala (Ludwigsburg-Dersim-Gelibolu arası) gitme gelmeleri yaşıyorum. Zira, Dersim bizler için gül bahçesidir. İnsan olan gül bahçesinden vazgeçer mi?”
Bir işçinin çalışmalarından, yaşadıklarından öğrenerek sohbetimizi sonlandırıyoruz…