YÜCEL ÖZDEMİR
Almanya eski Başbakanı Angela Merkel’in, yıllarca yanında danışmanlık ve yol arkadaşlığı yapan Beate Baumann ile birlikte yazdığı 700 sayfalık “Özgürlük” kitabı, bir bakıma İkinci Dünya Savaşı sonrası Almanya’nın tarihine bir gezinti gibi. “Kippenheuer & Witsch” yayınevi tarafından yayınlanan kitap altı bölümden oluşuyor. Merkel’in Demokratik Almanya Cumhuriyetinde (DDR) geçen çocukluk, gençlik ve akademisyenlik yılları birinci bölümde yer alırken, DDR’in 9 Kasım 1989’da başlayan yıkılışından İki Almanya’nın resmen birleştiği 3 Ekim 1990’a kadar olan süreç ikinci bölümde işleniyor.
Polonya kökenli bir babanın ve Alman annenin çocuğu olarak 1954’de Hamburg’da dünyaya geçen Merkel’in yetişmesinde Doğu Almanya’daki siyasi kültürün etkili olduğu satır aralarında yer alıyor.
Merkel Der Spiegel dergisine verdiği söyleşide de sonraki yıllarda siyasi kariyer yaptığı muhafazakar Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) partisi içinde o zaman yaşananları şu şekilde anlatıyor: “Partiler iktidar araçları, bu nedenle içinde hep güç mücadelesi var. Andenpakt’ını bu nedenle anlıyorum, çünkü 80’li yılların ortasından itibaren Kohl dönemi bittiğinde sıranın kendilerine geleceğini düşünüyorlardı. Ancak bu süre iki Almanya birleşti ve hesapta olmayan bir kadın kenardan gelerek, bağış skandalından da yararlanarak başkan oldu.”
18 yıl parti başkanlığı 16 yıl başbakanlık yapan Merkel’in siyaseti “zirvede” isteyerek bıraktığı söylenebilir. Zira, 16 başbakanlık yapan Helmut Kohl’ün, 1998’deki seçimlerde Gerhard Schröder tarafından devrilmesinden sonra biraz da beklenmedik şekilde parti başkanlığına geldiği söylenebilir. Kohl’den sonra CDU içinde en güçlü isim olan Wolfgang Schäuble seçim yenilgisi ve kara para skandalından sonra parti başkanı olarak seçilmişti. Ancak, bir süre sonra kara para ve rüşvet skandalının önemli aktörlerinden birisinin Schäuble olduğu ortaya çıkınca, istifa etmek zorunda kalmıştı. Bu durumda kara para sisteminin parçası olmayan ve genel sekreterlik görevinde bulunan Merkel için kapı aralanmıştı. Kohl’den sonra partiyi yönetmesi beklenen ve “Andenpakt” olarak adlandırılan genç siyasetçiler grubu da Merkel’e hazırlıksız yakalanmıştı.
CDU içindeki çürümüşlüğün sonucu olarak, muhafazakar bir partinin başkanlığına seçilen ilk Doğu Almanyalı kadın siyasetçi Merkel, 2005’te başbakanlık koltuğuna ise Schröder’in izlediği neoliberal politikalara karşı yükselen toplumsal mücadelenin ardında oturdu. Schröder ve partisi SPD’nin güç kaybettiği, Sol Parti’nin önemli bir çıkış yaptığı bu erken seçimlerde Merkel kıl payıyla Schröder’in önüne geçmiş ve 16 yıllık başbakanlık yılları başlamıştı.
DOĞU ALMAN, PROTESTAN, KADIN
Yönetici, üye ve seçmenlerinin asıl olarak muhafazakar ve Katolik gelenekten gelenlerin oluşturduğu bir partide Doğu Almanya, Protestan ve kadın bir siyasetçinin başkanlık koltuğuna oturması elbette sıradan bir durum değildi. Bu nedenle parti içinde sürekli güç ve iktidar mücadelesi sürdü. İlk çatıştığı kişi bugün CDU Başkanlığı yapan ve başbakan adayı ilan edilen Friedrich Merz idi. Parti başkanı seçildiği için Merz’den Meclis Grup Başkanlığı görevini bırakmasını ister. Merz buna yanaşmayınca görevden aldı.
YAPABİLİRİZ – WIR SCHAFFEN DAS
Merkel’in 16 yıllık başbakanlık yıllarında damgasını vuran en önemli gelişmelerden birisi 2015’de Balkanlar üzerinden Macaristan’a kadar gelmeyi başaran mültecilere kapıları açması oldu. “Wir schaffen das” (Yababiliriz) cümlesiyle özetlenen bu süreci Merkel kitapta 20 sayfada ayrıntılı olarak anlatıyor: „Eğer biri o zamanlar bana üç sıradan kelime olan ‚Yapabiliriz’in daha sonra haftalarca, aylarca, yıllarca, bazıları tarafından bana karşı kullanılacağını söyleseydi, buna inanmayarak bakar ve sorardım: Pardon?“
Der Spiegel’deki söyleşide ve kitapta o zaman verdiği kararı şu şekilde savunmaya devam etti: “O zaman Avrupa’daki harika değerlerimiz ve insan onuru üzerine Pazar ayinlerinde yapılan konuşmaların inandırıcılığını tamamen kaybedeceğine inandım. Bazılarının istediği, örneğin Almanya sınırlarına tazyikli su sıkan araçların gönderilmesi fikri benim için korkunçtu ve çözüm de olamazdı.”
Merkel aynı röportajından iki Almanya’nın birleşmesi öncesinde Doğu Almanya’dan kaçan mültecilere yapılanları da anımsatıyor.
ERDOĞAN’A DESTEĞİ KABUL ETMİYOR
Kendisinin Suriye’den gelen sığınmacılarla çektiği selfilerin eleştiri konusu olmasına dair verdiği yanıt aslında Merkel’i bugünkü hükümet ve muhalefet partilerinin liderleriyle ayıran en önemli özellik olduğu söylenebilir: “Hiçbir dostça gülümseme insanları ülkesini terk etmeye ikna edemez. Doğu Almanya’dan gelen birçok mülteciyi tanıyorum. Hiç kimse Helmut Kohl’ün el sıkışma ihtimali yüzünden yola çıkmadı.”
Bu aslında diğer ülkelerden Avrupa’ya doğru yola çıkan bütün sığınmacılar ve liderler için geçerli. İnsanların ülkelerinden neden ayrılmak zorunda kaldığı gerçeği anlatılmadığı ya da anlatılmaya gerek duyulmadığı için aşırı sağın görüşleri etkili olabiliyor. Merkel de nedenleri anlatmadı. Zira, Suriye ve diğer ülkelerden yüzbinlerce, milyonlarca insanın göç etmek zorunda kalmasının başlıca sorumlulularından birisi de Almanya’dır. Merkel’in başbakanlık koltuğunda oturduğu Almanya da Suriye’de rejim değişikliği planlarının önemli destekçilerinden biriydi. “Hümanist” nedenlerle mültecilere kapıların açık tutulması istenirken, emperyalist çıkarlarda ötürü ise rejim değişikline onay verilmişti.
Bu yaklaşımın yarattığı baskının altında kalan Merkel bu nedenle AB-Türkiye mülteci anlaşmasının da mimarı oldu. Kitapta, beklenenden çok fazla mültecinin gelmesi üzerine, Türkiye üzerinden engelleme politikası sonucunda anlaşmanın yapıldığı anlatılıyor. O zaman, seçim öncesinde yapılan ziyaretin Erdoğan’ı güçlendirdiği, altınlı varak koltukların güç gösterisinin sembolü olduğu yönündeki eleştirileri ise bugün dahi kabul etmiyor. Ancak, aradan geçen süre rüşvet karşılığında mültecilerin Türkiye’de tutulması planının tuttuğu söylenebilir. Ancak bunun doğu olmadığı, Erdoğan’a destek anlamına geldiği gerçeğinin üstünü ise kapatamıyor.